Küçük yaşından itibaren okumaya olan
tutkusuyla arkadaşlarından ayrılan, kendi
kuşağındaki subaylar siyasete bulaşırken
askerlik mesleğiyle politikanın bir arada
yürümeyeceğini vurgulayan Mustafa
Kemal’i Millî Mücadele’nin tartışmasız lideri
yapan etkenlerin başında yarbay rütbesiyle
katıldığı Çanakkale Savaşları’nda gösterdiği
büyük başarılar gelir. Hem ordu hem halk
nezdinde tanınan, askerî dehasını cephelerde
kanıtlamış, diplomatik görevler üstlenmiş,
yabancı dil bilen bu sıra dışı figürün etrafında
toplananlar kısa sürede onun sadece
tecrübeli bir asker olmadığını fark eder.
Dünyanın siyasi çehresini çözümleyebilen,
düşman veya müttefik devletlerin tarihine
hâkim, çağın getirdiği yenilikleri zafer
uğruna kullanacak yeteneklere sahip bir
liderin emrine giren kurmay kadrosu ve
onların arkasından yürüyen halk vatanın
düşman işgalinden kurtulacağından bir an
bile şüphe etmez. Bu yüzden subayların
bir kısmı onun savaş planlarını çılgınca
bulsa da buyruklarına koşulsuz uyar; halk
“Tekalif-i Milliye Emirleri” adıyla çıkan kanun
gereği sandığındaki çorabını bile orduya
bağışlar. Böylesi bir kenetlenme duygusuyla
sürdürülen savaş hazırlıkları sırasında
Mustafa Kemal bağımsızlık davasını dünyaya
duyurmak ve halkı olan bitenden haberdar
etmek için İrade-i Milliye adlı gazeteyi
yayımlayacak, Anadolu Ajansı’nı kuracaktır.
Ordu cephedeyken halkın moralini yüksek
tutma ve yabancılara hareketin meşruiyetini
ispat etme amaçları taşıyan bu girişimler
ancak yıllar sonra II. Dünya Savaşı sırasında
yaygınlaşacak, Mustafa Kemal’in öngörülü
kişiliğini bir kez daha gösterecektir.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın
imzalanmasından itibaren başlayan işgallere
karşı halkın kendiliğinden verdiği mücadele,
Kongreler ve Meclis’in kurulmasının ardından
örgütlü bir yapı kazanır. Doğu illeri işgalden
kurtarıldıktan sonra artık düzenli bir orduyla
Ege’den Orta Anadolu’ya uzanmış Yunan
kuvvetlerini yurt topraklarından söküp
atmak, onların arkasındaki emperyalist
devletlere bağımsız Türk Devleti’nin
10
varlığının tartışma konusu yapılamayacağını
gösterme zamanı gelmiştir. 6 Ocak
1921’de başlayan I. İnönü Savaşı, Batı
Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın komuta
ettiği düzenli ordu birliklerinin ilk zaferi
kazanmasıyla sonuçlanır. Silahça üstün
düşman karşısında alınan bu galibiyetle
ordunun morali yükselir, topyekun taarruz
için hazırlıklar hızlandırılır. Kısa süre sonra 20
Ocak’ta Türk devletinin ilk anayasası Büyük
Millet Meclisi’nde kabul edilir. 12 Mart’ta ise
Mehmet Akif’in kaleme aldığı İstiklal Marşı
millî marş olarak benimsenir. Ordu cephede
savaşırken Meclis boş durmamakta, tam
bağımsızlığı beklemeden ülke idaresiyle ilgili
kritik kararlara imza atmaktadır.
5 Ağustos 1921 günü TBMM üç ay
süreyle askerî ve idari yetkilerin tümünü
“Başkomutan” sıfatıyla Mustafa Kemal
Paşa’ya devretme kararı alır. Meclis
kürsüsünde “Efendiler, düşmanı kesinlikle
yeneceğimize dair olan güvenim bir dakika
olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada, bu gönül
dolusu güvenimi, yüksek heyetinize karşı,
bütün millete karşı ve bütün âleme karşı ilan
ederim” sözleriyle teşekkürlerini dile getiren
Mustafa Kemal cepheye geçerek ordunun
hazırlıklarıyla ilgilenir. 23 Ağustos günü,
savaş tarihinde görülmemiş bir anlayışla
“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır,
o satıh da bütün vatandır” diyerek taarruz
emri veren Mustafa Kemal, 13 Eylül’de
Sakarya Meydan Muharebesi’nin galibidir.
Düşmanın tüm hazırlığını, askerî bilgisini
altüst eden bir planla savaşı geniş zeminlere
yayarak Yunan güçlerine ağır kayıplar
verdiren Mustafa Kemal Paşa 19 Eylül’de
TBMM tarafından “Mareşal” rütbesi ve “Gazi”
unvanıyla taltif edilir.