Bir büyük yolculuğun, bir şanlı
mücadelenin hangi koşullar altında
başladığını böyle aktarıyor Mustafa
Kemal Atatürk, Nutuk’un başında. I.
Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1918 yılına
gelindiğinde insan ömrü için fazla ama
ulusların yaşamı için kısa sayılacak
yüzyıl gibi bir zaman diliminde uğradığı
felaketlerle sarsılmış Türk milletinin
ufku karanlıktı. Modernleşme atılımları
sonucu açılmış askerî ve sivil yüksek
eğitim kurumlarında eğitim almış bir avuç
aydınının önemli bölümünü cephelerde
şehit vermiş, asırlardır ihmal edilmiş
topraktan geçimini sağlayamayan
köylüsünü küstürmüş, güç sahibi yaptığı
zenginleri düşmanla işbirliği içinde,
yalnızca adı kalmış, kendisi fiilen ortadan
kalkmış bir devlet… Ardı arkası gelmeyen
yenilgiler sonucu kaybedilen topraklardan
Anadolu’ya yönelen nüfus hareketliliğinin
getirdiği ekonomik ve toplumsal
bunalımlar… Ulus bilincinin yerleştiği
bir çağda hâlâ kul muamelesi gören
halk kitleleri… Birlikte savaştığı değerli
generaller de dahil olmak üzere kimse
zaferden sonra olabileceklere inanmazken
Türkiye’nin üstüne kara bulutlar gibi
çöken bu tablonun aydınlığa kavuşmakla
kalmayıp bu topraklardan doğan güneşin
dünyayı aydınlatacağını düşünen tek bir
insan… Mustafa Kemal Paşa…
Biriken bu negatif enerjinin dağıtılması
için ulusu harekete geçirecek, ona kendi
yaşamıyla ilgili kararları sarayın veya
işgalcilerin iradesine bıraktırmayacak bir
atılım gerekiyordu. “Ya istiklal ya ölüm”
parolasıyla 19 Mayıs 1919’da Anadolu’ya
geçen Mustafa Kemal’in çaktığı kıvılcım
özgürlük meşalesini tutuşturmaya yetti.
Takip eden dört yıl gibi kısa bir sürede
önce askerî zaferler ardı ardına gelecek,
bu hummalı savaş sırasında galibiyeti
kafasında oturtmuş bir büyük adam
sayesinde eğitimden kadın-erkek eşitliğine,
tarımdan bankacılığa çağdaş dünyanın
gereklerine harfiyen uyan, hatta kadınların
seçme-seçilme hakkı gibi kazanımlar
konusunda Batı dünyasının önüne geçmeyi
başaran bir devlet doğacaktı.
Yüzüncü yıldönümünü kutladığımız
19 Mayıs 1919 tarihi geçmişte binlerce
örneğine rastlanacak askerî zaferlerden
veya yurt savunmalarından daha büyük
anlamlar barındıran olaylar silsilesinin
başlangıcıdır. Hızla çöküşe sürüklenirken
halkının ihtiyaçlarını göz ardı eden bir
devlet yapısından ulus bilinci üzerine inşa
edilecek yeni bir devletin doğmasına
uzanan bu süreçte tarihe not düşülen
başlıca unsur “milletin bağımsızlığını,
yine milletin azim ve kararlılığının
kurtaracağı”dır. Atatürk’ün 22 Haziran’da
yazıp yayımladığı Amasya Genelgesi’nin
bu üçüncü maddesi Millî Mücadele’nin
de Türkiye Cumhuriyeti’nin de temel
felsefesini oluşturacaktır. Cümleden
çıkan anlam, Türk milletinin bağımsızlığı
için düşman ordularına karşı savaşma
azminin yanı sıra istiklali karşısında kendi
iradesinden başka bir makama söz hakkı
tanımayacağı yönündedir. Nitekim 23
Temmuz’da Erzurum, 4 Eylül’de Sivas’ta
toplanan kongrelerde savaşı örgütleyecek
güçler millet temsilcilerinin oylarıyla
seçilecek, 23 Nisan 1920’de ise Türkiye
Büyük Millet Meclisi kurularak ulusun
kaderini belirleyecek kararlar, bu isim
Mustafa Kemal Paşa bile olsa tek kişinin
emrine bırakılmayarak parlamentonun
sorumluluğuna verilecektir.
9