4. yüzyılın ortalarına
doğru Hristiyanlığın
yayılmasıyla kent, büyük bir
dini merkez haline gelmiş;
Hristiyanlık Meclisi’nin
önemli dini kararları burada
alınmıştı. Ortodoks ve Arian
uyuşmazlığı olmak üzere çeşitli
teolojik tartışmalara ve bunlar
etrafında yaşanan olaylara da
şahitlik etmişti. Hristiyanlığın kent
içinde yaygınlaşması hiç de kolay
olmamıştı. Suikastlar, saldırılar antik
Ankara sokaklarında kol gezmişti.
“Diocletian Devri” (284-305) diye
adlandırılan bu dönemde Hristiyan
karşıtları üzerindeki baskı doruk
noktasına ulaşmıştı. Bütün bu süreç
içerisinde dönemin Ankara’sı uzun
yıllar keşişlerin, papazların ve din
kavgalarının sardığı bir Hristiyan
şehrine dönüşmüştü.
Roma İmparatorluğu’nun dört
başı mamur bir kent haline
getirdiği Ankara, MS 395’te Roma
İmparatorluğu ikiye ayrılınca
Doğu Roma İmparatorluğu’nun
hâkimiyeti altına girmiştir.
Başkentin Roma’dan
Konstantinopolis’e taşınmasıyla
İmparatorluk ordularının kışlık
10
konaklama ve ikmal
yeri olarak bir kışla şehir
görünümü kazanan Ankara,
askeri ve lojistik önemini
Doğu Roma (Bizans) Devri
boyunca da devam ettirmiştir.
Ekonomik hayat canlanmış;
dokuma, boyalı kumaş üretimi
ve ticaret gelişmiştir. İstanbul’un
nemli iklimi yerine Ankara’nın
kuru havasını tercih eden
imparatorlar için burası aynı
zamanda bir tatil mekânı haline
gelmiştir. 6. yüzyıldan sonra
işgalciler yine sahneye çıkmış,
7. yüzyıl başlarında büyük bir
Sasani saldırısıyla yakılıp yıkılınca
güzel Ancyra’nın sınırları Kale
duvarları içine sıkışıp kalmıştır.
Roma dönemi yapıları yıkıma
uğramış ve yıkıntılardan geriye
kalan artıklar, yeni sınırları
belirleyen kale duvarlarında yapı
malzemesi olarak kullanılmıştır.
9. yüzyıldaki Abbasi saldırıları
ise kentin giderek daha da içine
kapanmasına sebep olmuştur.
Ancak 10. yüzyıldan itibaren
kent hareketli günlerine geri
dönmüş; maden, baharat, fildişi,
şarap gibi değerli malların işlenip
depolandığı büyük bir ticaret
üssü haline gelmiştir.