TATLI HAYAT DERGİSİ | Page 66

GÖRÜŞ BAKLAVANIN TÜRK YEMEK KÜLTÜRÜNDEKİ YERİ Yrd. Doç. Dr. İlkay GÖK Baklava ile ilgili araştırma yaptığınızda, karşınıza sadece Türkler değil, Orta Doğu, Doğu Akdeniz ve Balkanlar’ın neredeyse bütün kavimleri çıkar. Ama günümüzdeki klasik baklava diye tanımlanabilecek gösterişli ve incelikli şeklini Osmanlı döneminde aldığını kabul edilir. Bazı araştırmacılar, Osmanlı İmparatorluğu’nda yeme içme eğilimlerinin, İstanbul sosyetesinin damak zevkine ve tercihlerine göre biçimlendiğini kaydederler. Fransız gastronom Brillant Savarin’ in, “Bana ne yediğini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” sözü mutfak kültürümüz için de geçerlidir. Saray mutfağı, bir anlamda dosta düşmana yönelik bir mesajın aracıdır: Padişah için hem bir ayrıcalık hem de bir ödev olan yemek ikramı; iktidar sahibinin hem kullarına hem de yabancılara karşı cömertliğinin, konukseverliğinin, ama hepsinden önemlisi, zenginlik ve gücün bir simgesidir aynı zamanda. Kayıtlardan, Osmanlı İmparatorluğu’nun hemen her yöresinde bilinen baklavanın, daha çok Saray’da, konaklarda, ziyafetlerde, şenliklerde tüketildiği anlaşılıyor. Zor beğenen servet ve mevki sahiplerini hoşnut etme çabasının, baklavayı basit bir hamur işi olmaktan çıkarıp ustalık gerektiren incelikli bir mutfak ürünü haline getirdiği söylenebilir. Saray’da ve konaklarda, baklava yapımında usta olan aşçıların tercih edildiği ve baklava yufkasının çok ince açılmış olmasına önem verildiği biliniyor. İşe alınacak aşçıya, sınama olarak, pilavın yanı sıra baklava da yaptırılırmış. Aşçının usta olanı, hamuru kesişinden anlaşılırmış. Kesilen pazılar açıldığında, hem çok ince hem de tepsinin içini tam kaplayacak boyutlarda olursa, aşçının ustalığı kabul edilirmiş. Burhan Oğuz’un Türkiye halkının kültür kökenleri ile ilgili kitabında anlattığına göre, eski İstanbul konaklarında yapılan baklavalarda aşçının bir tepsiye en az yüz kat yufka sığdırması istenirmiş. Bu kadar ince yufka açabilen bir aşçı bulundurmanın övünç kaynağı olduğu da, yine Burhan Oğuz’un anlattıklarından anlaşılıyor. Baklava tepsisi fırına girmeden önce konak sahibinin huzuruna getirilirmiş; o da, bir Hamid altınını yarım metre kadar yükseklikten dik olarak baklavanın üzerine bırakırmış. Altın yufka katlarını delip tepsinin dibine değerse, aşçı başarılı sayılırmış. Tepsi içindeki altın da bahşiş olarak aşçıya gidermiş. Eğer, altın yufka katları arasında kalırsa, baklava tepsisi mutfağa geri gönderilirmiş. Bu gösteri konukların huzurunda yapılır da başarısız olursa, ev sahibi kendisini rezil olmuş sayarmış. Baklavacılığın, aşçılıktan ayrı bir zanaat olarak gelişmesini de, zengin mutfaklarındaki 64 Okan Üniversitesi, Gastronomi Bölüm Başkanı bu önemine bağlamak yanlış olmaz. 19. yüzyılda loncada örgütlenmiş Sakızlı ustaların, İstanbul’daki konaklara baklava yufkası açmak için çağrıldığını Sula Bozis yazar. Baklava alayı En maharetli baklava ustalarının Saray’da bulunduğuna kuşku yok. Saray’da baklavanın önemi, konaklardaki gibi sadece zenginlik ve ince zevk alâmeti sayılmasından değil, aynı zamanda devlet törelerine girmiş olmasındandı. Osmanlı medeniyetinin en önemli kültürel unsurlarından Baklava Alayı Ramazan, Osmanlı Devlet’inde bir başka karşılanırdı. Gerek halk nezdinde gerekse de Topkapı Sarayı’nın mutfaklarında, sahur ve iftar için ayrı bir hazırlık yapılırdı. Özellikle Topkapı Sarayı’nda verilen iftarların ünü, seyahatnameler aracılığıyla dünya coğrafyasının büyük bir bölümüne yayılırdı. Osmanlı Devleti’nde hükümdarın, vezirlerin ve diğer devlet adamlarının iftar vermesi bir hâkimiyet sembolü olmasının yanısıra, adetten sayılırdı. “Osmanlı iftarları, zengin ve leziz mutfağın teşhir edildiği; fakirlerle sofranın paylaşıldığı mahfiyetkâr, mistik bir sofraydı”. Bu sofraların diğer konukları da, genelde vüzera, ümera, yabancı sefirler ve gayrimüslim tebaanın önde gelenleri olurdu. Bilhassa bu sofralara konuk olan yabancılar, bu leziz yemekleri ve mistik havayı öve öve bitiremezlerdi. Bu yüzdendir ki, Osmanlı ramazanları pek çok seyahatnamede yer almaktadır. Bununla beraber, Osmanlı ramazanlarında icra edilen törenler vardı. Bu törenlerden biri de, “Baklava Alayı” idi. Ne zaman başladığı tam olarak bilinmese de, 17. yüzyılın sonlarında veya 18. yüzyılın başlarında başladığı düşünülen baklava alayı geleneği “Topkapı’da ramazan hayatının güzel bir misali, Padişahın askerlerine bir ramazan ikramıydı”. Ramazan’ın on beşinci günü gayet muhteşem bir surette yapılan Hırka-i Saadet alayından sonra, Yeniçeri Ocağı neferlerine baklava dağıtılırdı. Tabi bu dağıtım işlemi, büyük bir protokol organizasyonuyla yapılırdı. Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılmasına kadar, bir gelenek olarak devam etmişti. Osmanlı Ramazanına has bir tören olan Baklavaya Alayı, aşağıdaki düzene göre yapılırdı: “Matbah-ı Amire’de, Yeniçeri, sipahi, topçu ve cebeci gibi kapıkulu askerinin her on neferine bir tepsi hesabıyla hazırlanan baklava sinileri, futalarına (örtülere) sarılmış olarak Matbah-ı Amire önüne dizilirdi. Bu sinilerin ilkini Silahdar ağa ve maiyeti, bir numaralı yeniçeri olan padişah adına teslim aldıktan sonra, diğer ortalardan gelen ikişer nefer birer siniyi herhangi bir kargaşaya mahal bırakmadan yüklenirdi. Her bölüğün usta, saka, mütevelli, odabaşı gibi amirleri önde, baklava sinileriyle yürüyenler arkada, açılan kapıdan dışarı çıkarlar, baklava alayı gulgule ve nümayiş ile Divanyolu’nda kendilerini seyretmek için karşılıklı sıralanmış halkın arasından alkış ile kışlalara yürürlerdi. Sini ve futalar ise, ertesi gün Matbah-ı Amire’ye iade edilirdi”. Padişahın askerlerine güzel bir ikramı olan ve belirli bir teşrifatla yapılan Baklava Alayı, uzun bir süre devam etmiş, a