Tan Yeri I. Yaz Sayısı | Page 42

“Demokrasi” 38 TÜRK DEMOKRASİSİ (Mİ?) Veysel Gökberk Manga İlk insanın konuşabildiğinden emin değiliz; fakat ondan sonra gelenler, insana dâir ne varsa, hepsi hakkında konuşmaya fırsat buldular. Bu arada, kayıtsızlıkları yâhut imkânsızlıkları nedeniyle, düşünmeyi becerebilen ilk insandan dahî daha az şey düşünerek ölen birçok insan da oldu. Ancak nihâyet, faydalı ve zararlı binlerce hâdise, sayısız tefekkür ve kafa patlatma faaliyetinin netîcesi olarak ortaya çıktı. İnsanın kendisi veyâ toptan insanlık için düşünülmüş olsun, büyük iddiaları olan her fikrin başarısı, kol kuvveti ile mümkün olabildi. Kaybedenlerin suratında ağır ve sert bir yumruk her zaman ve mutlakâ patladı. şeyi görmüş Doğu medeniyetinin bir parçası olmak zorunda kaldılar. Evvelâ, bütün hareket kaabiliyetlerini, cevvalliklerini ve kahramanlıklarını doldurdukları heybelerini açtılar. Bu, kısa bir süreliğine Doğu’nun çehresini de değiştirdi. Fakat, Köktürk Yazıtları’nın da işâret ettiği gibi, kolay yaşam ve kazancın nimetlerini insanın önüne seren Çin ve Türklerin belki de yerleşikliği kendisinden öğrendiği İran, bu hiperaktif çocuğu tütsülerle, telkinlerle, kim bilir hangi tuhaf fikirlerini aşıladığı bitmez tükenmez mistik seanslarla dizinin dibine oturtmasını bildi. Belki evin tamâmını değil ama, babasını etki alanına almayı becerdi. Her kültür, karşılaştığı yönetim sorunlarını kendi dinamiklerinden çâreler devşirerek halletti, demiştik. Gün geldi, bu çeşitli çâreler de, kültür ve medeniyetlerin yaptığı gibi, ordularını arkalarına alıp birbirleriyle çarpıştı. Doğu’nun ve Batı’nın, aynı ana ve babadan çocukları, karşılaştıkları zorlukları basit veyâ karmaşık mekanizmalarla aştı. Kabile, boy veyâ derebeyliklerin çetin savaşı, bir ortak hazîne doğurdu; çârelerin çarpışmasından eski tip imparatorluklar ortaya çıktı. Fakat o kadar fazla toprak ve o topraklar üzerinde yaşayan o kadar insan, onların yarattığı o kadar fazla kültür vardı ki, şahsın enerjisini toplumunkinin içinde eriten ve şahsa böylece bir katkı sağlamayı plânlayan klâsik imparatorluklar, her yere hâkim olamadı ve böylece görece daha eşit ve daha âdil olan sistemini de cihânşümûl kılamadı. Çok güzel tanzîm edilmiş bir bahçenin içinde en ufak bir dikkate dahî gerek bırakmadan göze çarpan ayrık otları gibi, bozuk yapılar ve onların sefîl ettiği insanlar da her dâim vâr oldu. Bu, ilk günden bugüne kadar gelen düşünüşler, geçici ve sürekli, hiçbir şey anlatmayan veyâ dünyânın sonuna kadar insanın işine yarayabilecek meyveler verdi. İnsan, varlığını devâm ettirebilmek için, bir “topluluk” hâline gelmek gereğini idrâk etti. Toplu hareket ederek kolektif fayda sağlamayı keşfetmesi, karşısına bir dizi yönetim sorunları da çıkardı. Her topluluk, çeşitli faktörlerin etkisiyle, doğanın kendisine yönelttiği sorulara, bâzıları birbirine benzer olmak üzere, kendine has cevaplar verdi. Bu cevaplar zamanla birikerek bir değer ifâde etmeye başladılar. Bunların matematiksel olmayan toplamına “kültür” adı verildi. Her ne kadar bu adlandırma, son devirlerin işiyse ve köken itibâriyle merâmını anlatmaktan âcizse de, kültürler biraz sonra kendilerine yayılabilecekleri birer “kültür havzası” yarattılar. Her kültür, karşılaştığı yönetim sorunlarının çâresini, kendi dinamiklerinde ve basitçe aramaya başladı. Tarihin ve talihin garip bir cilvesi olarak, bozkırın gem vurulmaz atlarına binen Batı’nın feodal sistemi, varlığı