“Demokrasi”
38
TÜRK DEMOKRASİSİ
(Mİ?)
Veysel Gökberk Manga
İlk insanın konuşabildiğinden emin değiliz;
fakat ondan sonra gelenler, insana dâir ne varsa, hepsi
hakkında konuşmaya fırsat buldular. Bu arada, kayıtsızlıkları yâhut imkânsızlıkları nedeniyle, düşünmeyi
becerebilen ilk insandan dahî daha az şey düşünerek
ölen birçok insan da oldu. Ancak nihâyet, faydalı ve
zararlı binlerce hâdise, sayısız tefekkür ve kafa patlatma faaliyetinin netîcesi olarak ortaya çıktı. İnsanın
kendisi veyâ toptan insanlık için düşünülmüş olsun,
büyük iddiaları olan her fikrin başarısı, kol kuvveti ile
mümkün olabildi. Kaybedenlerin suratında ağır ve sert
bir yumruk her zaman ve mutlakâ patladı.
şeyi görmüş Doğu medeniyetinin bir parçası olmak
zorunda kaldılar. Evvelâ, bütün hareket kaabiliyetlerini, cevvalliklerini ve kahramanlıklarını doldurdukları
heybelerini açtılar. Bu, kısa bir süreliğine Doğu’nun
çehresini de değiştirdi. Fakat, Köktürk Yazıtları’nın da
işâret ettiği gibi, kolay yaşam ve kazancın nimetlerini
insanın önüne seren Çin ve Türklerin belki de yerleşikliği kendisinden öğrendiği İran, bu hiperaktif çocuğu tütsülerle, telkinlerle, kim bilir hangi tuhaf
fikirlerini aşıladığı bitmez tükenmez mistik seanslarla
dizinin dibine oturtmasını bildi. Belki evin tamâmını
değil ama, babasını etki alanına almayı becerdi.
Her kültür, karşılaştığı yönetim sorunlarını
kendi dinamiklerinden çâreler devşirerek halletti, demiştik. Gün geldi, bu çeşitli çâreler de, kültür ve medeniyetlerin yaptığı gibi, ordularını arkalarına alıp
birbirleriyle çarpıştı. Doğu’nun ve Batı’nın, aynı ana
ve babadan çocukları, karşılaştıkları zorlukları basit
veyâ karmaşık mekanizmalarla aştı. Kabile, boy veyâ
derebeyliklerin çetin savaşı, bir ortak hazîne doğurdu;
çârelerin çarpışmasından eski tip imparatorluklar ortaya çıktı. Fakat o kadar fazla toprak ve o topraklar
üzerinde yaşayan o kadar insan, onların yarattığı o
kadar fazla kültür vardı ki, şahsın enerjisini toplumunkinin içinde eriten ve şahsa böylece bir katkı sağlamayı plânlayan klâsik imparatorluklar, her yere hâkim
olamadı ve böylece görece daha eşit ve daha âdil olan
sistemini de cihânşümûl kılamadı. Çok güzel tanzîm
edilmiş bir bahçenin içinde en ufak bir dikkate dahî
gerek bırakmadan göze çarpan ayrık otları gibi, bozuk
yapılar ve onların sefîl ettiği insanlar da her dâim vâr
oldu.
Bu, ilk günden bugüne kadar gelen düşünüşler,
geçici ve sürekli, hiçbir şey anlatmayan veyâ dünyânın
sonuna kadar insanın işine yarayabilecek meyveler
verdi. İnsan, varlığını devâm ettirebilmek için, bir
“topluluk” hâline gelmek gereğini idrâk etti. Toplu hareket ederek kolektif fayda sağlamayı keşfetmesi, karşısına bir dizi yönetim sorunları da çıkardı. Her
topluluk, çeşitli faktörlerin etkisiyle, doğanın kendisine yönelttiği sorulara, bâzıları birbirine benzer olmak
üzere, kendine has cevaplar verdi. Bu cevaplar zamanla birikerek bir değer ifâde etmeye başladılar.
Bunların matematiksel olmayan toplamına “kültür”
adı verildi. Her ne kadar bu adlandırma, son devirlerin
işiyse ve köken itibâriyle merâmını anlatmaktan âcizse
de, kültürler biraz sonra kendilerine yayılabilecekleri
birer “kültür havzası” yarattılar. Her kültür, karşılaştığı
yönetim sorunlarının çâresini, kendi dinamiklerinde
ve basitçe aramaya başladı. Tarihin ve talihin garip bir
cilvesi olarak, bozkırın gem vurulmaz atlarına binen
Batı’nın feodal sistemi, varlığı