21
gibi, din de, bilim de, mitolojiden doğar, evrilir.) bilimsel yöntemin, tespitler ve “düşünce tarzı” açısından
“doku uyuşmazlığı” yaratmaması için, elzemdir.
“Türkler böyle bir şeyi gerçekleştirmeye uygun değildir” şeklinde eleştiriler alıyorum bu savlarımı dillendirdiğimde, buna verdiğim/vereceğim cevaplar,
yukarıda ettiğim sözlerde gizlidir. Altını çizecek olursam: Her topluluk bir dereceye kadar bu kabiliyete sahiptir, hele ki Türkler, folkloru ve yüksek kültür
evrimleri “özüne oryantalist” bakıştan sıyrılarak okunduğunda, ciddi anlamda sahiptirler. Erol Göka’nın
Türklerin sosyal psikolojisine dair tespitleri önemlidir;
burada yaşayan Türkler, benim gözümde, “ortadoğunun kısırlığa itici etkisi”nde son yıllarını yaşıyorlar,
kendi “rasyonellikleri”ni yaratmada bu yüzden zorlanacaklar ancak, henüz “Asyalı” ruh ve bilgi paketleri
tamamen ortadan kalkmış değildir. Bütün yönleriyle
ispatlamak için bir “folklor taraması” lazımdır, bu yazıya koymayacağım ama, çeşitli yazılarımda kültürümüzden bu “önerdiğim” yolu “destekleyecek”
motifleri sürekli paylaşıyor, tespit etmeye çalışıyorum.
Buradan, “neden milli şehirlilik” konusuna
gelmek lazım: Şehri övdüm, şehirli olmak gerektiğini
söyledim, “neden milli” sorusu önemlidir.
Bu soruya cevabım, “kolektif bilinç” meselesiyle ilişkilidir: Toplumlar, yüksek kültürlerini öz değerlerinin “kriterleri, çerçevesi ve belirleyiciliği”
doğrultusunda yaratmazlarsa, “büyük adam” da çıkaramazlar. Bugün, “büyük adam”ın batıdan çıkmasının
sebebi, batının doğru “ortam”ı yaratmasındandır. Tiyatrocular, sözgelimi, önce kendilerini tanıma eğitimi
alırlar ki, role daha rahat girebilsinler; yabancı bir dili
anlamlı bir şekilde öğrenebilmek için, önce bir dil
(anadil) bilmek gerekliliği gibi. Bir toplum, kendi
“dil”ini bilmiyorsa, yüksek kültür arayışı bir “çıkmaz”
ve “bulamaç” yaratacak taklitçilikten öteye gitmez.
(Osmanlı çağında gitgide dinden paradigma yaratan
kültürel durum ve cumhuriyet devri batıcılığı gibi.)
lerden ötürü duygusal ve yüzeysel itkilerin tesirinde
kalarak, ilk bakış zahiri olarak daha fazla benimsenmiş
ve ilk bakışın olumsuz getirileri olan putlaştırıcılık ve
derinleşememek sorunları doğmuştur.
Huizinga, Homo Ludens (Oyun Oynayan
İnsan) kuramıyla, her şeyin, dolayısıyla kültürün temelinin oyun üzerine kurulduğunu söyler. Huizinga’nın tespiti bizce yanlışsa da, “oyun kültürün yaratısı
ve aktarım aracıdır” diyerek,