Tan Yeri I. Yaz Sayısı | Page 25

21 gibi, din de, bilim de, mitolojiden doğar, evrilir.) bilimsel yöntemin, tespitler ve “düşünce tarzı” açısından “doku uyuşmazlığı” yaratmaması için, elzemdir. “Türkler böyle bir şeyi gerçekleştirmeye uygun değildir” şeklinde eleştiriler alıyorum bu savlarımı dillendirdiğimde, buna verdiğim/vereceğim cevaplar, yukarıda ettiğim sözlerde gizlidir. Altını çizecek olursam: Her topluluk bir dereceye kadar bu kabiliyete sahiptir, hele ki Türkler, folkloru ve yüksek kültür evrimleri “özüne oryantalist” bakıştan sıyrılarak okunduğunda, ciddi anlamda sahiptirler. Erol Göka’nın Türklerin sosyal psikolojisine dair tespitleri önemlidir; burada yaşayan Türkler, benim gözümde, “ortadoğunun kısırlığa itici etkisi”nde son yıllarını yaşıyorlar, kendi “rasyonellikleri”ni yaratmada bu yüzden zorlanacaklar ancak, henüz “Asyalı” ruh ve bilgi paketleri tamamen ortadan kalkmış değildir. Bütün yönleriyle ispatlamak için bir “folklor taraması” lazımdır, bu yazıya koymayacağım ama, çeşitli yazılarımda kültürümüzden bu “önerdiğim” yolu “destekleyecek” motifleri sürekli paylaşıyor, tespit etmeye çalışıyorum. Buradan, “neden milli şehirlilik” konusuna gelmek lazım: Şehri övdüm, şehirli olmak gerektiğini söyledim, “neden milli” sorusu önemlidir. Bu soruya cevabım, “kolektif bilinç” meselesiyle ilişkilidir: Toplumlar, yüksek kültürlerini öz değerlerinin “kriterleri, çerçevesi ve belirleyiciliği” doğrultusunda yaratmazlarsa, “büyük adam” da çıkaramazlar. Bugün, “büyük adam”ın batıdan çıkmasının sebebi, batının doğru “ortam”ı yaratmasındandır. Tiyatrocular, sözgelimi, önce kendilerini tanıma eğitimi alırlar ki, role daha rahat girebilsinler; yabancı bir dili anlamlı bir şekilde öğrenebilmek için, önce bir dil (anadil) bilmek gerekliliği gibi. Bir toplum, kendi “dil”ini bilmiyorsa, yüksek kültür arayışı bir “çıkmaz” ve “bulamaç” yaratacak taklitçilikten öteye gitmez. (Osmanlı çağında gitgide dinden paradigma yaratan kültürel durum ve cumhuriyet devri batıcılığı gibi.) lerden ötürü duygusal ve yüzeysel itkilerin tesirinde kalarak, ilk bakış zahiri olarak daha fazla benimsenmiş ve ilk bakışın olumsuz getirileri olan putlaştırıcılık ve derinleşememek sorunları doğmuştur. Huizinga, Homo Ludens (Oyun Oynayan İnsan) kuramıyla, her şeyin, dolayısıyla kültürün temelinin oyun üzerine kurulduğunu söyler. Huizinga’nın tespiti bizce yanlışsa da, “oyun kültürün yaratısı ve aktarım aracıdır” diyerek,