Tan Yeri I. Yaz Sayısı | Page 21

17 şehir olgusunu ve yaşantısını meydana getirirler: Kitap, dergi, futbol takımı, sinema, felsefe; bunlar bu “mem”lerin yaratısıdır. Bu yazıya şehrin evrimini bütün yönleriyle dâhil etmeyeceğim için, şimdilik bu kadarıyla yetineceğim. göçebe bahsinde değindiğim nedenlerden ötürü sanallaşır.) ve kalıcılığı arttı. Sözgelimi, CDler, bilgisayarlar icat edildiğinde, kitabın da ötesinde bir güce ulaştı bu iletişim etkinliği, medeniyetimiz gitgide daha hızlı yükseldi. Görülüyor ki, “yüksek kültüre erişim” göçebe tarım tarzına dayalı (nomadic pastoralist) topluluklarda mümkünse de, bu toplulukların bir sorunu vardır. Bizans’la antlaşmalar yapan, dönemin siyasi olaylarında önemli bir aktör olan, Orhun abidelerinde “milletin iyiliği”, “halkına hesap veren kağan” vs. gibi oldukça “girift ve modern benzeri” mefhumlardan bahseden, ayrıca bu abidelerde kullandığı dilin “edebi” oluşuyla gelişkinliğine dair bize ipuçları veren Göktürk medeniyeti, güzel bir örnek: Bugüne kalabilmiş “mem aktarım aracı” çok az. Erken dönem Türk medeniyetinin sıkıntısı budur: İletişim yöntemi etkindir ancak bugüne sadece “iz”leri kalmıştır, uzun vadede verimsizdir. (Çinlilerden kitap kaldı, bizde göçebe kültürün elverdiği birkaç anıt; en fazla karşılaştırma vs. yöntemi ile bilgi sahibi olabiliyoruz geçmişimize dair.) Bu Türkler, salt yıkıcı, kısır bir “medeniyetsizlik”i temsil etmiyorlardı, sadece, yerleşik yaşamın daha verimli olduğu tarihsel süreçte kendisini ispatlamıştır. Ne demek istediğimi şöyle anlatabilirim: Biyoloji, biyolojik paketler arasında (organizmalar) iletişim meselesidir. İlk organizmaların iletişimi bir takım kimyasal salgılar ve gen parçaları ileydi. İletişimi arttırabilen biyolojik paketler, ilkel ve girift örnekleriyle, yüksek etkinlikteki örgütlü organizmaları meydana getirdiler. (Likenler bunun ilkel tiplerine, memeliler girift tiplerine örnek verilebilir. Nihayetinde bir “beden”, hücreler topluluğudur, içinde mitokondri gibi “bağımsız organizmaların işbirliği”ne dair kalıntıları hala barındırır.) İnsanın “bilinç” kazanması da, sinir hücreleri arasındaki iletişimin bir tezahürüdür. (Ayrıntılı bilgi için okur “emergence” teorileri ışığında bilincin nasıl açıklandığına dair kapsamlı bir okuma yapmalıdır.) Bilinç kazanan insanlar da, iletişim yöntemleri geliştirdiler, artık salt “genlerin evrimi”nden değil, “mem”lerin evriminden de bahseder olduk: Genlerin hayatta kalması için, bizzat genler tarafından programlanmış bir organizma olan insan, “bilgi paketleri” yarattı. Hayatta kalmak için, sözgelimi, alet yapmayı öğrendi, yaşam kalitesini ve hayatta kalma oranını arttırdı. Bu alet yapma “bilgisi”, gelecek nesillere aktarıldıkça, genlerde “alet yapma bilgisi” olmadığı halde, bu yeni “aktarım aracı” sayesinde, insanoğlu diğer hayvanların önüne geçti. “Konuşma” icat edildiğinde, daha doğrusu öncüllerinden evirildiğinde, insanoğlunun hayatta kalmaya yarayan bilgiyi “gelecek nesillere” aktarması kolaylaştı. (Ki bunun ilk aracı mitolojidir.) Yazma icat edildiğinde, bu aktarım daha da etkin hale geldi (alfabelerin kutsallıkla vs. ilişkilendirilmesi bu sebeptendir. Kutsallık her zaman köklerini hayatta kalmaya yarayan bilgiden alır, ardından Pekala, aynı süreci yaşayan, sözgelimi Cermenikler ile, Türklerin, üstelik Türkler Cermeniklerden daha evvel başarılı olmuşlarken, bugün aralarındaki muazzam medeniyet farkını yaratan nedir? Bu soruya benim cevabım, “kendi bilimsel yöntemini kendi etnokültürel bağlamından yaratamamak”. Yani “tarihi veraset zincirinin kesintiye uğraması.” Bu cevabı açımlamadan evvel, tekrar “şehir”in tarihi sürecine değinmek lazım. “Kenan Diyarı”nda, Mezopotamya’da, Indus’ta yeşeren “şehir”, modern şehrin atası değildir, zira bu şehirler “ülküsel kurumların ticaretle harmanlandığı, ilkel-ilksel işlerle meşgul sınıfların ortadan kalktığı ve yeni sınıfların türediği” şehirler değiller: Küçük tarım havzalarının büyüdüğü, “şehir sosyalizmi”nin gözlemlendiği, ülküselliği yakalamada zayıf kalmış, yerleşik tarım köyü tarzının baskın çıktığı şehirlerdir. Modern şehrin, daha doğrusu “modern batı şehrinin” atası, Antik Yunan ve Roma şehridir. Öyle ki, bugün İstanbul da dâhil olmak üzere, dünyada bir çok şehir “yedi tepeli şehir” olarak bilinir, zira Romalılar tarafından kurulmuştur. (Yedi tepe motifinin sebeplerini araştırmayı okura bırakıyorum.) Bu şehrin özelliği, bahsettiğim “yeni sınıfların türemesi”ne fırsat vermesidir ve temel dinamiklerinden en önemlisi “ticaret”tir. Batıya nazaran Türklerin öne geçtiği çağda, batı, feodalizm kıskacında bu dinamiğin baltalandığı bir “kötüye evrim” basamağı yaşarken, Türkler, yarattıkları şemsiye altında ticaretin görece özgürleştiği “güvenli havzalar” yaratarak öne geçmişlerdi. Sorunun cevabını burada açımlayabiliriz: Türkler, bu “değer”lerden “kendi modern şehir”lerini, bir takım sebeplerden ötürü ya Ʌх