Bizi birbirimizden kopartacaklar söylemine
teslim ettik kendimizi. Açıkçası kendimizden
kopmayı tercih ettik. Komşumuzu, arkadaşımızı
tutsak bunların hiçbirisi olmayacaktı. Birileri
sürekli bize “Siz-biz” dediler, biz de “Sen
sensin, ben benim” dedik. “Sen size git, ben
bize gideyim” gibi bir duruma geldik. Bu,
işin politik kısmı. Sanatçı olarak da bu eğitim
sistemi birçok şeyin içini boşalttı. Eğitimin de,
sanatın da çok kıymeti yok maalesef. Tarihi
eserlere bakış açıları, sanata bakış açıları…
Kıymet kalmadı. Halkın da elle tutacağı,
savunacağı bir şey kalmadı. Bunu sanat
olarak savunacağım bir alan çıkmadı. Dikkat
ederseniz geleneksel olarak adlandıracağımız
sanatların çoğu yok olmuştur. Kültürel
kodlamalardan uzak, geri kalanı da dışarıdan
dayatma, sonradan gelen şeyler.
Senin kültürel olarak buna sahip çıkman, iki
elinle buna yapışman için içsel olarak senin
olduğunu hissetmen lazım. Kabaca şunu
söyleyeyim. Bir gün Türkiye’de türkü söylemek
yasaklanırsa herkes ayağa kalkabilir. Çünkü
türkü söylemek hepimizin içselleştirdiği bir
şey; ama opera yasaklanırsa, kimse çıkıp bir
şey söylemez. Örnek veriyorum, çünkü opera
sonradan gelmiş bir şey. Çoğu geleneksel
sanat dalı kaybolduğu için; geleneksel
ortaoyunu, karagöz-hacivat artık ramazan
eğlencesi. Halbuki çok daha fazla şeyler
ifade eder. Halktan kopmaya başladığında,
sanat halktan ne zaman koparsa, o kopuştan
sonra Cumhuriyet döneminde halk biraz
yaklaşım gösterse de belli mecralarda,
kentleşmede sanatın önemi ortaya çıkıyor.
Köy Enstitüleri’nin, Halk Evleri’nin büyük
katkısı oluyor fakat onların ilk dönemlerinin
kapanmasıyla beraber sanatın halkla bağı
136