HİKAYE
oyunlar, söylediğimiz şarkılar, dallarında saklandığımız, birlikte büyüdüğümüz ağaçlar… Sizden ayrılmak
kolay olmayacak.
Babam bugün şehre gidecek. Yine çok
düşünceli görünüyor. Telaşla koşuşturuyor. Kavruk yüzüne yine misafir
olmuş hüzün. Dokunsan ağlayacak
sanki. Eskisi kadar konuşmuyor. Evde
dağ gibi sessizlik. Dağ gibi ayrılık acısı.
Sırt sırta vermişler. Umutlar, sessizce
bir köşeye mi sinmiş? Ortaya çıksalar,
baş gösterseler bir yandan. Uzak durmasalar şu sıra.
Yok hayır! Terk etmiyorum, seni güzel köyüm, diyorum. Tekrar döneceğim. Yazları yine hep birlikte olacağız.
Umutlarım için biraz ayrı kalacağız
o kadar. Göreceksin bak, koca adam
olacağım! Neler düşünüyorum bir
bilsen senin için. Hepimiz için. Güçlü
olmalıyım.
Annemin sesi, bıçak gibi kesiyor her
şeyi:
- Haydi oğluuum, yine çorban soğuduuu!
Kahvaltı sonrası ne çok işim var.
Anneme yardım etmeliyim. Eşyalarımız, kitaplarımız toparlanacak.
***
- Bu ceketin düğmelerine ne olmuş ya
hu? Ne zaman kopmuş bunlar?
Babam ceketini eline almış, kızgın kızgın anneme sesleniyor. Annem şaşkın.
Önce babama sonra cekete bakıyor:
- Allah, Allah ne zaman kopmuş bu
düğmeler? Bu ceketi her zaman giymiyorsun bile.
- Yırtığa, söküğe bakmıyorsun Hanım.
Bu kadar düğme kopmuş, haberin
yok!
Odadan yavaş yavaş çıkıyorum. Yok,
kaçıyorum. Söylenenlere kapı ardından kulak kesiliyorum. Zavallı annem;
52 EKİM - KASIM - ARALIK 2015
mahcup, şaşkın ve çaresiz. Ne yapsın?
Ah düğmeler! Dört delikli düğmeler.
Bütün suç bende. Kimsenin haberi
yok. Güya onları geri yerine dikecektim. Ne gezer?
Annem işini gücünü bırakıp, odasını
alt üst ediyor; babamın ceketine uygun düğme bulmak için. Boncuk boncuk terliyor. Saçları yemenisinden taşmış. Güzel yüzü buruşmuş. Bir o yana
bir bu yana koşturuyor. İçim sızlıyor
onun bu halini gördükçe. İş mi yani?
Bir değil, iki üç değil, tam dört düğmesi eksik bu ceketin.
Babam acele ediyor:
- Arabayı kaçıracağım bu gidişle.
Sonunda annem hepsi birbirinden
farklı dört düğme getiriyor. Kiminin
iki gözü var kiminin dört, kimi küçük
kimi büyük, şekilleri farklı farklı. İçim
paramparça. Hep benim yüzümden.
Ah bulup getirebilsem düğmeleri.
Kim bilir kimdedir şimdi? Ahmet’te
mi, Seyit’te mi, Ömer’de mi? Bilmem
hangisinde? Bilseydim isterdim düğmeleri. Babam şehre gidecek, onlar
ceketinin düğmeleriydi, verin onları,
ben size başka bulayım, derdim.
- Üşümem. Giyip de elaleme rezil mi
olayım?
-…
- Bugün dönemezsem telaşlanmayın.
Ablamgilde kalırım. Şu ev ve dükkân
işini bu sefer halletmem lazım. Bakkala göz kulak olun. Haydi, Allahaısmarladık.
- Yolun açık olsun. Güle güle.
Babam hızlı adımlarla köy meydanına
yürüdü. Arabanın kalkmasına az bir
süre kalmıştı. Onun ceketsiz gitmesine
dayanamazdım, birden aklıma geldi:
- Anne, ceketi bir poşete koysak da
babam şehirden düğme alsa. Halam
diker nasılsa.
- Hay aklınla çok yaşa İbrahim. Koş,
yetiştir babana.
Annem çarçabuk ceketi bir poşete
koydu. Rüzgâr gibi geçtim yollardan.
Araba hareket etmeden poşeti babama yetiştirdim. Sevinmiş olmalıydı:
- Aferin, dedi.
“Eyi düşünmüşsün. “
-Olmaz, diyor babam.
Canım babam. Yetiştim diye sevinsem
mi, böyle gidişine mi üzülsem?
“Bunların hiçbiri olmaz.”
Zaten bir ceketin var.
Annem söylene söylene düğmeleri
kaldırıyor:
“Şeher ceketi” der hep. Onu y