SözŞehri 3. Sayı Apr. 2016 | Page 54

HİKAYE oyunlar, söylediğimiz şarkılar, dallarında saklandığımız, birlikte büyüdüğümüz ağaçlar… Sizden ayrılmak kolay olmayacak. Babam bugün şehre gidecek. Yine çok düşünceli görünüyor. Telaşla koşuşturuyor. Kavruk yüzüne yine misafir olmuş hüzün. Dokunsan ağlayacak sanki. Eskisi kadar konuşmuyor. Evde dağ gibi sessizlik. Dağ gibi ayrılık acısı. Sırt sırta vermişler. Umutlar, sessizce bir köşeye mi sinmiş? Ortaya çıksalar, baş gösterseler bir yandan. Uzak durmasalar şu sıra. Yok hayır! Terk etmiyorum, seni güzel köyüm, diyorum. Tekrar döneceğim. Yazları yine hep birlikte olacağız. Umutlarım için biraz ayrı kalacağız o kadar. Göreceksin bak, koca adam olacağım! Neler düşünüyorum bir bilsen senin için. Hepimiz için. Güçlü olmalıyım. Annemin sesi, bıçak gibi kesiyor her şeyi: - Haydi oğluuum, yine çorban soğuduuu! Kahvaltı sonrası ne çok işim var. Anneme yardım etmeliyim. Eşyalarımız, kitaplarımız toparlanacak. *** - Bu ceketin düğmelerine ne olmuş ya hu? Ne zaman kopmuş bunlar? Babam ceketini eline almış, kızgın kızgın anneme sesleniyor. Annem şaşkın. Önce babama sonra cekete bakıyor: - Allah, Allah ne zaman kopmuş bu düğmeler? Bu ceketi her zaman giymiyorsun bile. - Yırtığa, söküğe bakmıyorsun Hanım. Bu kadar düğme kopmuş, haberin yok! Odadan yavaş yavaş çıkıyorum. Yok, kaçıyorum. Söylenenlere kapı ardından kulak kesiliyorum. Zavallı annem; 52 EKİM - KASIM - ARALIK 2015 mahcup, şaşkın ve çaresiz. Ne yapsın? Ah düğmeler! Dört delikli düğmeler. Bütün suç bende. Kimsenin haberi yok. Güya onları geri yerine dikecektim. Ne gezer? Annem işini gücünü bırakıp, odasını alt üst ediyor; babamın ceketine uygun düğme bulmak için. Boncuk boncuk terliyor. Saçları yemenisinden taşmış. Güzel yüzü buruşmuş. Bir o yana bir bu yana koşturuyor. İçim sızlıyor onun bu halini gördükçe. İş mi yani? Bir değil, iki üç değil, tam dört düğmesi eksik bu ceketin. Babam acele ediyor: - Arabayı kaçıracağım bu gidişle. Sonunda annem hepsi birbirinden farklı dört düğme getiriyor. Kiminin iki gözü var kiminin dört, kimi küçük kimi büyük, şekilleri farklı farklı. İçim paramparça. Hep benim yüzümden. Ah bulup getirebilsem düğmeleri. Kim bilir kimdedir şimdi? Ahmet’te mi, Seyit’te mi, Ömer’de mi? Bilmem hangisinde? Bilseydim isterdim düğmeleri. Babam şehre gidecek, onlar ceketinin düğmeleriydi, verin onları, ben size başka bulayım, derdim. - Üşümem. Giyip de elaleme rezil mi olayım? -… - Bugün dönemezsem telaşlanmayın. Ablamgilde kalırım. Şu ev ve dükkân işini bu sefer halletmem lazım. Bakkala göz kulak olun. Haydi, Allahaısmarladık. - Yolun açık olsun. Güle güle. Babam hızlı adımlarla köy meydanına yürüdü. Arabanın kalkmasına az bir süre kalmıştı. Onun ceketsiz gitmesine dayanamazdım, birden aklıma geldi: - Anne, ceketi bir poşete koysak da babam şehirden düğme alsa. Halam diker nasılsa. - Hay aklınla çok yaşa İbrahim. Koş, yetiştir babana. Annem çarçabuk ceketi bir poşete koydu. Rüzgâr gibi geçtim yollardan. Araba hareket etmeden poşeti babama yetiştirdim. Sevinmiş olmalıydı: - Aferin, dedi. “Eyi düşünmüşsün. “ -Olmaz, diyor babam. Canım babam. Yetiştim diye sevinsem mi, böyle gidişine mi üzülsem? “Bunların hiçbiri olmaz.” Zaten bir ceketin var. Annem söylene söylene düğmeleri kaldırıyor: “Şeher ceketi” der hep. Onu y