bir afiş yaptık. İstanbul’un muazzam
Boğaz’ı var orada çok güzel grafik öğe-
ler var, bunlarla ilgili ilk işleri biz yaptık
zannediyorum, bu da güzel bir şey. Ben
bunun sadece İstanbul’a bağlı kalmasını
istemiyorum aslında, diğer şehirleri de
konu alabiliriz. Ama İstanbul çok özel,
çok farklı bir şehir bence.
O tişörtleri
yapınca
beni Adanalı
zannetmeye
başlamışlar
daha komiği.
Halbuki
değilim.
P: Hiç negatif bir eleştiri aldınız mı?
Kağıthane de neymiş diyen birileri
oldu mu?
E.T: Hiç olmadı biliyor musunuz?
2011’den 2016’ya kadar, yedi sene ol-
muş, yedi senede tek bir negatif eleşti-
ri almadım. Negatif eleştiri ancak şöyle
oluyor, iki ya da üç kere oldu: “Dükka-
nınıza geldik kapalıydı, çalışan arkadaş
koşarak geldi açtı sonra da bize surat
yaptı, yemek yiyordum diye”. Bunlar in-
san takdiriyle ilgili bir şey, olabilir, bunu
engellemenin imkanı yok. Ama ürün-
lerle ilgili, genel fikirlerle ilgili, Kağıtha-
ne kavramıyla ilgili hiç kötü bir eleştiri
almadık. Bu sene çok az turistimiz var
ama geçen sene Amerika’dan biri gelip,
“Ben sizi bilmem kimin bloğunda oku-
dum ve çok heyecanlandım onun için
geldim” diyerek dükkanda ne varsa alıp
Amerika’daki arkadaşlarına götürdü. Bu
çok güzel bir şey mesela. içeri girenlerin
büyük bir çoğunluğu diyor ki, “Benim
de hayalimde defter yapmak vardı, ben
de böyle kırtasiye gibi bir yer açmayı çok
isterdim, siz yapmışsınız bak gördün
mü?” Demek ki insanlara hoş gelen bir
şey, herhâlde böyle bir yönü de var.
P: Kağıthane’de herkese hitap edecek
ürün bulmak mümkün. Giren herkes
mutlaka elinde bir poşetle çıkıyor.
Bunu nasıl sağlıyorsunuz?
E.T: Ben yurtdışına her gittiğimde yap-
tığım yüklü alışverişlerden sonra, niye
39
aldım bu kadar şeyi diye d üşünüyorum.
Bu sevgi ve tutkuyla olan bir şey, bir
anda kendini onları alırken buluyorsun.
Benim bunlara ihtiyacım var mı? Yok.
Zaten buradan da dükkanın sloganını
koydum: Buradaki hiçbir şeye ihtiya-
cınız yok ama gördüğünüzde hepsini
birden almak isteyeceksiniz. Aynen öyle
oluyor, içeri giriyorlar, içerideki hiçbir
şeye kimsenin ihtiyacı yok, yani ne ola-
cak üstünde kocaman lüfer olan ince
uzun bloknotun olmasa. Ama onu gö-
rünce, “Güzel durur benim klavyemin
önünde, hem de yer tutmaz, haydi ala-
yım” diyorsun. İçerideki neşeli ürünleri
görüyorsun, mesela sevgililere sevgililik
cüzdanı, mesela sevgilin yok geri koyu-
yorsun ama için kalıyor onda, öbürüne
bakıyorsun, buna bakıyorsun, gidiyor-
sun hiç olmadık küçük bir defter alıyor-
sun. Yani o ürünler de buna etki ediyor
aslında, öyle bir formülü de var.
P: İlk başlarda pazarlama hakkında
bir şey düşünmüş müydünüz? Şu anda
kulaktan kulağa yayılan Karaköy’de
sembol ve bir marka oluşturmuş şe-
kilde ama yolculuğun en başında bir
stratejiniz var mıydı?
E.T: Ben yıllarca reklamcılık yaptığım
halde burası için hiç reklam yapmadım.
Hiçbir yerde bir reklam, ilan dönmedi
ama sosyal medyayı çok ciddiye aldım.
Facebook’ta hem kurumsal hem ar-
kadaşlık olarak iki sayfamız var, 5000
küsur izleyicimiz var, satın alınmış de-
ğil bunlar. Instagram hesabını da çok
ciddiye alıyoruz, orada yine 5000 küsur
takipçimiz var. İlk günden itibaren ad-
res topladık, gelip alışveriş eden hatta
etmeyen herkesin adresini aldık, 6000
adet adresimiz vardı fakat yeni bir yasa
çıktı adres verenlerin imzası olması ge-
rektiğine dair. Dolayısıyla hepsini sildik
tekrar baştan adres toplamaya başladık.
Şu anda yine 1500’lerde sayılırız. Mail