ettiğimde soluk soluğa kalmıştım. Bir ağacın dibine çökerek sakinleşmeye çalışıyordum. Karşımdaki ağacın arkasından gizlice bana bakan yerliyi fark ettiğimde ona gülümsedim. Gülümsemenin dili her yerde aynıydı. "Cici kuş cici kuş!" dedim sessizce. Bu sesi tanımıştı. O da gülümsedi. Saklandığı ağacın arkasından çıkarak nazikçe kolumdan çekti. Birlikte uzunca bir yolculuk yaptık. Beni kabilesine götürdü.
Tam 5 yıl boyunca bilfiil bu kabileyle birlikte yaşadım. Onlara "bilfiil"in anlamını dahi öğretmeye yetecek bir süreydi bu, ancak tek kelime Türkçe öğretmedim. 5 yıl boyunca ara sıra "Cici kuş cici kuş babacık babacık mıc mıç" ve "Benim adım Cemil" dışında tek cümle kurulmadı kabilede. Onlar da zamanla unutuldu. Uzun uzun bakıştık. Çokça düşündük. Kısacası mutluydum. Akıl sağlığımı kaybedinceye dek.
Merhaba, ben Oral Bey, Güneş Dil Teorisi'ni çürüten adam and diz may stori. Velkağm Oral, tenk yu for introdüğsing yorself and şeyring yor stori. Hey! lets sey velkam tu him, folk. Velkam Oral ! Şak şak şak.
Babacık babacık mıc mıç.
Bitmek bilmeyen pide kuyruğunda sıra sonunda bana gelmişti. Tanrım bu ne soğuk ve dinginlikten uzak bir bekleyişti ve ne büyük bir çaresizliğin nihayete erişiydi yaşadıklarım. “Matmazel lütfen iki pide, fakat rica ediyorum yumurtalı olmasın. Siz de tahmin edersiniz ki yumurtalı istiyor olsaydım, matmazel lütfen iki yumurtalı pide şeklinde bir seslenişle müdahil olurdum bu karşılıklı, pespaye ve isteksiz bakışmaya.” diyerek tavrımı gösterir bir omuz hareketiyle un ve rutubetin en ufak zerreye dahi işlediği o fırından hızlı adımlarla dışarı çıktım. Elimde tuttuğum gazete kağıdına sarılmış iki pide, beni parmak uçlarımdan başlayıp sinir köklerime varıncaya değin uyarıyordu. Berber Reşat Efendi karşı kaldırımda gençleri etrafına toplamış, neşeyle bir şeyler anlatırken sağ omzunun altına kıstırdığı tavlanın taşlarını güldüğü her an ile koşut olarak göbeğinin ileri gidiş gelişleriyle şakır şakır sallıyordu ki, birden bana nazire yaparcasına kaytan bıyıklarını burmaya başladı ve “Mösyö, ah ulan mösyö nasıl kıydın o bıyıklara!” diyerek etrafındaki gençlerle birlikte gülüştü. Oh Yüce Meryem, ne büyük bir kabalık, ne avam ve aşağılık tavırlardı bunlar. 1880 yılından beri kesmediğim, canımdan çok sevdiğim ve mirasımı bırakmaya giriştiğimde onunla eğlendiğimi düşünen Hakim Nejat Bey’in uyarısından sonra jandarma marifetiyle fena halde köteğe maruz bırakıldığım değerli bıyığım. Değersiz bir iddiaya kurban giden ve engellenemez kendime güvenim yüzünden kaybettiğim değerli bıyığım. Dünyadaki tek varlığım. May preyşıss. Berber Reşat Efendi’ye karşı hissettiğim sinirden öte, yıkıcı bir ihtirastı. Onu gördüğümde bağrımda onlarca kısrak çiftleşiyor, bağırıyor, şiddetli geçimsizleşiyordu. Derken aniden ona doğru yöneldim ve Mardinli bir telkari ustasına servet ödeyerek yaptırdığım baston başını, boğazına dayayarak tehditkar birkaç sinkaf savurdum. Anlaşılan beni ciddiye almayan bir hasma sahiptim. Hızlı adımlarla eve doğru yöneldim. Eve geldiğimde şakaklarımdaki damarlar delirmişcesine atıyor, beni sakin olmam konusunda telkin etmeye çalışıyordu, fakat ok yaydan çıkmıştı bir kere. Berber Reşat Efendi’den kurtarabildiğim tek bıyık telimi dantel işlemeli ipek mendilimin içine yerleştirdim ve onu özenle katlayarak ceketimin iç cebine koydum. Anahtarımı alarak hızla Evkaf-ı Genetik-i Osmaniye’nin yolunu tuttum. Bu kurum, I. Dünya Savaşı’nda Avrupa’dan kaçarak Dar-ül Fünun’a sığnan birkaç Frenk profesörün gizlice yürüttüğü çalışmalara yataklık ediyor ve Padişah II. Abdülhamit tarafından el altından destekleniyordu. Çalışmaları yürüten Edward Bey İngiltere’de eğitim gördüğüm dönemden derslik arkadaşımdı ve Pera’da birkaç kez denk gelmiş, uzun uzun muhabbette bulunmuştuk. Kendisi şahsıma ve samimiyetime güvenerek çalışmalarından bahsetmiş, bu konuda ağzımı sıkı tutmam konusunda beni defalarca uyarmıştı. Onunla Frenk Mekteplileri Derneği’nin önünde buluştuk. Belli ki çalışmalarını burada yürütüyorlar, ifşa olmamak konusunda tedbirli davranıyorlardı. Beni görünce kahkahayı bastı. “Ah azizim bu ne hal!” deyip bir gören olmadığından emin olur olmaz beni içeri davet etti. Her ne kadar sinirlenmiş olsam da bunu belli etmeyerek gülüşmelere dahil oldum. Ona müşkül durumumdan bahsettim. Bana bıyıklarımı geri getirmenin çocuk oyuncağı olduğunu, fakat risklerini de göz ardı etmemek gerektiğini; çalışmaların henüz nihayete erdiğini söylemesinin zor olduğunu söyledi. Her şeyi göze aldığımı, bir babanın evladı için göze alabileceği ne varsa, bu dünyadaki tek mal varlığım, bıyığım için feda etmeye hazır olduğumu belirttim. Bana şu an hazır olup olmadığımı sorunca mendilimden çıkarttığım bıyık telimi ani bir hamleyle ona uzatarak minnettar bir bakış attım. Bu dünyada tesadüf etmediğim onlarca ucube aletin arasına girdiğimde kendimi tuhaf hisetmeye başladım, aklımı kaçırmış gibi davranıyordum. Çok geçmeden yavaş yavaş ruhumun bünyemden çekilmeye başladığını hissettim. Uyandığımda etrafımda onlarca sarı saçın, mavi gözün, kemik gözlüğün, sararmış sakalın, gülen suratın bana döndüğünü farkettim. Beyaz önlüklü birkaç suret benimle ilgili konuşuyordu. Aralarından dostum Edward’ı seçtiğimde “Neye gülüyorsun azizim!” diyerek elimi dudağımın üstüne götürdüm. Aman tanrım, bıyığım tam da orada öylece duruyordu. Lakin bakışlarda bir tuhaflık sezdikçe şüpheye düşüyor, yerimden kalkmak için hamlelerde bulunuyordum. Edward kolumdan tutuyor ve sakin olmamı salık veriyordu. Ani bir hamleyle doğruldum ve ayak yoluna koştum. Gördüklerim karşısında sükut-ü hayal içinde kalmış, adeta kendimi kaybetmiştim. Bıyıklarım yerli yerindeydi, fakat safran sarısı bir hüviyete bürünmüştü. O an gözlerimin karardığını hissettim.
Ben Genetik biliminin etiğe aykırılığını Osmanlı meclislerinde savunan ilk insan, ben sarı bıyığa sahip ilk Osmanlı. Ben Osman Refik en diz iz may stori. velkağm Osman, tenk yu for introdüğsing yorself and şeyring yor stori. Hey! lets sey velkam tu him, folk. Velkam Osman ! Şak şak şak.
×
bırakıldığım değerli bıyığım. Değersiz bir iddiaya kurban giden ve engellenemez kendime güvenim yüzünden kaybettiğim değerli bıyığım. Dünyadaki tek varlığım. May preyşıss. Berber Reşat Efendi’ye karşı hissettiğim sinirden öte, yıkıcı bir ihtirastı. Onu gördüğümde bağrımda onlarca kısrak çiftleşiyor, bağırıyor, şiddetli geçimsizleşiyordu. Derken aniden ona doğru yöneldim ve Mardinli bir telkari ustasına servet ödeyerek yaptırdığım baston başını, boğazına dayayarak tehditkar birkaç sinkaf savurdum. Anlaşılan beni ciddiye almayan bir hasma sahiptim. Hızlı adımlarla eve doğru yöneldim. Eve geldiğimde şakaklarımdaki damarlar delirmişcesine atıyor, beni sakin olmam konusunda telkin etmeye çalışıyordu, fakat ok yaydan çıkmıştı bir kere. Berber Reşat Efendi’den kurtarabildiğim tek bıyık telimi dantel işlemeli ipek mendilimin içine yerleştirdim ve onu özenle katlayarak ceketimin iç cebine koydum. Anahtarımı alarak hızla Evkaf-ı Genetik-i Osmaniye’nin yolunu tuttum. Bu kurum, I. Dünya Savaşı’nda Avrupa’dan kaçarak Dar-ül Fünun’a sığnan birkaç Frenk profesörün gizlice yürüttüğü çalışmalara yataklık ediyor ve Padişah II. Abdülhamit tarafından el altından destekleniyordu. Çalışmaları yürüten Edward Bey İngiltere’de eğitim gördüğüm dönemden derslik arkadaşımdı ve Pera’da birkaç kez denk gelmiş, uzun uzun muhabbette bulunmuştuk. Kendisi şahsıma ve samimiyetime güvenerek çalışmalarından bahsetmiş, bu konuda ağzımı sıkı tutmam konusunda beni defalarca uyarmıştı. Onunla Frenk Mekteplileri Derneği’nin önünde buluştuk. Belli ki çalışmalarını burada yürütüyorlar, ifşa olmamak konusunda tedbirli davranıyorlardı. Beni görünce kahkahayı bastı. “Ah azizim bu ne hal!” deyip bir gören olmadığından emin olur olmaz beni içeri davet etti. Her ne kadar sinirlenmiş olsam da bunu belli etmeyerek gülüşmelere dahil oldum. Ona müşkül durumumdan bahsettim. Bana bıyıklarımı geri getirmenin çocuk oyuncağı olduğunu, fakat risklerini de göz ardı etmemek gerektiğini; çalışmaların henüz nihayete erdiğini söylemesinin zor olduğunu söyledi. Her şeyi göze aldığımı, bir babanın evladı için göze alabileceği ne varsa, bu dünyadaki tek mal varlığım, bıyığım için feda etmeye hazır olduğumu belirttim. Bana şu an hazır olup olmadığımı sorunca mendilimden çıkarttığım bıyık telimi ani bir hamleyle ona uzatarak minnettar bir bakış attım. Bu dünyada tesadüf etmediğim onlarca ucube aletin arasına girdiğimde kendimi tuhaf hisetmeye başladım, aklımı kaçırmış gibi davranıyordum. Çok geçmeden yavaş yavaş ruhumun bünyemden çekilmeye başladığını hissettim. Uyandığımda etrafımda onlarca sarı saçın, mavi gözün, kemik gözlüğün, sararmış sakalın, gülen suratın bana döndüğünü farkettim. Beyaz önlüklü birkaç suret benimle ilgili konuşuyordu. Aralarından dostum Edward’ı seçtiğimde “Neye gülüyorsun azizim!” diyerek elimi dudağımın üstüne götürdüm. Aman tanrım, bıyığım tam da orada öylece duruyordu. Lakin bakışlarda bir tuhaflık sezdikçe şüpheye düşüyor, yerimden kalkmak için hamlelerde bulunuyordum. Edward kolumdan tutuyor ve sakin olmamı salık veriyordu. Ani bir hamleyle doğruldum ve ayak yoluna koştum. Gördüklerim karşısında sükut-ü hayal içinde kalmış, adeta kendimi kaybetmiştim. Bıyıklarım yerli yerindeydi, fakat safran sarısı bir hüviyete bürünmüştü. O an gözlerimin karardığını hissettim.
Ben Genetik biliminin etiğe aykırılığını Osmanlı meclislerinde savunan ilk insan, ben sarı bıyığa sahip ilk Osmanlı. Ben Osman Refik en diz iz may stori. velkağm Osman, tenk yu for introdüğsing yorself and şeyring yor stori. Hey! lets sey velkam tu him, folk. Velkam Osman ! Şak şak şak.
×