Araştırmaları Merkezi’ne bildireceğiz. Amerikalılar da önlenemez keşif duygularının motivasyonuyla bölgeye intikal edecekler ve BİNGO! Bir Afrika kabilesinin Türkçe konuşması, Darvin’in evrimin kayıp halkasını bulması kadar sansasyonel olacaktır.
Ne küçük hesapların adamıymışsın be TÜBİTAK dedim içimden. Bu ne böyle ortaokul dönem ödevi gibi proje dedim, içinde bırakıldığımız duruma hayıflanarak kendi kendime söylendim. Kendini işine adadığı her halinden belli olan Rauf Bey doğru dönerek bana kınayıcı bir bakış attı. Dostum içimden söyledim nasıl duyuyorsun bunu! Bu adamdan iyiden iyiye kıllanmaya başlamıştım.
Derken Hüseyin Hamdi Bey saatine bakarak aceleyle çantasına davrandı. “Programın dışına çıkmayalım.” diyerek ekledi: "4. Bölgeden uçağımız kalkacak hazırlanın arkadaşlar, zorlu bir yolculuk bizleri bekliyor."
12 saat süren uzun ve gergin bir yolculuktan sonra toprak bir havaalanına indik. Kafilemizi keşfedilmiş bir orman kurbağası türünün biyolojik ve fiziksel özelliklerini araştırmak için burada bulunan ve söz konusu durumu merkeze raporlayan grup karşıladı. Yüzlerindeki şaşkınlığa bakılırsa içlerinde bulundukları duruma onlar da bir anlam veremiyordu. Duygusal ve idari açıdan kuşatılmış durumdaydık. Başlığını bilmediğim bir proje raporuna imza attığım için kendimi ölüm tehditiyle çek senet mafyasının itaati altına girmiş savunmasız bir devlet memuru gibi hissetmeye başladım. 5 jipten oluşan bir konvoyla bir süre ikamet edeceğimiz noktaya götürüldük. Yemyeşil tropikal ormanların arasından geçerken kendimi kandırılarak Vietnam’a götürülmüş Amerikan müfreze birliği askeri gibi hissettim. Bitki örtüsü sıklaşmaya başladıkça araçlar duruyor ve birkaç görevli araçlardan inerek ellerindeki oraklarla bitkileri buduyordu. Sonunda kampa giriş yapmıştık. O gün odalarımıza yerleştirildik ve sabah 6’da uyandırılana kadar istirahat etmemiz salık verildi. 12 kişi, bir askeri birliğin kampını andıran bölgedeki dev bir çadırda yataklardaydık. Etraftan çıtırtılar geldikçe tedirgin olduysak da bir şekilde uyumayı başardık.
Sabah olunca daha önce görmediğimiz 25 yaşlarında yuvarlak çerçeveli gözlük takan ve üniversite öğrencisini andıran bir genç tarafından uyandırıldık. İletişimci ve dil bilimcilerden oluşan, benim de içinde bulunduğum 5 kişi, bir odaya alındık. Diğerlerini o günden sonra bir daha göremedim. Bahsettiğim gencin tertip ettiği bu ufak toplantıda baş belası şu kabileyle nasıl iletişime geçebileceğimizi tartıştık. Radyo dalgalarıyla zihne girmeye varıncayadeğin onlarca çılgın fikirden sonra uzun bir sessizlik oluştu. "Papağanlar!" diyerek bozdum bu sessizliği ve devam ettim: “Bu bölgeye gelirken etrafta papağanlar gördüm. Eğer amacımız onlara birkaç Türkçe kelime öğretmekse, papağanları kullanabiliriz." Grupta insanlar birbirine bakıyor ancak hiçbiri yorum yapmıyordu. Rauf Bey konuşacak gibi oldu ancak, bu yaşlı ve tekinsiz dil bilimciden herhangi bir yorum beklemeden anlatmaya başladım: "Hadi ama bir düşünsenize, tek yapmamız gereken 10 civarında papağan bularak yiyecek kaynaklarını kabilenin etrafına yerleştirmek. Burada oluşturulacak üste topladığımız papağanlara fiil çekimlerini ve ana kelimeleri öğreteceğiz. Bu ana eğitimin sonunda onları kafeslerinden salarak bu bölgeye yönlendirmiş olacağız. Takdir edersiniz ki bu insanlara öğretmemiz gereken hangi durumlarda hangi kelimeleri kullanmaları gerektiği değil, yalnızca 100 kadar ana Türkçe kelime ve fiil çekimi! Üstelik tehlikeli olduğunu söylediğimiz kabileye yaklaşmadan. Sıfır risk!" Konuşmamın sonunda hepsi bana bakmaya başlamıştı. Delirmiş olduğumu mu düşünüyorlardı, yoksa fikrin uygulanabilir olup olmadığını mı bilmiyordum; zira konuşmam bittiğinde akılcı ve uygulanabilir bir fikir olduğu konusunda içten içe ben de şüpheye düşmüştüm. Daha sonra projenin baştan sona pek de rasyonel temeller barındırmadığını düşününce bu plan tutar hacı diye geçirdim içimden. Sessizliği Berkalp Bey bozdu: “Bence bu şartlarda uygulanabilecek en uygun fikir bu.” Rauf Bey itiraz edicek gibi oldu ama genç dil bilimci Osman Bey'in “Konuyu yönetime taşıyıp papağan tedarik işlemlerine bugün başlayalım!" sözünden sonra, o da çoğunluğun coşkusuna dahil oldu.
öğretmekse, papağanları kullanabiliriz." Grupta insanlar birbirine bakıyor ancak hiçbiri yorum yapmıyordu. Rauf Bey konuşacak gibi oldu ancak, bu yaşlı ve tekinsiz dil bilimciden herhangi bir yorum beklemeden anlatmaya başladım: "Hadi ama bir düşünsenize, tek yapmamız gereken 10 civarında papağan bularak yiyecek kaynaklarını kabilenin etrafına yerleştirmek. Burada oluşturulacak üste topladığımız papağanlara fiil çekimlerini ve ana kelimeleri öğreteceğiz. Bu ana eğitimin sonunda onları kafeslerinden salarak bu bölgeye yönlendirmiş olacağız. Takdir edersiniz ki bu insanlara öğretmemiz gereken hangi durumlarda hangi kelimeleri kullanmaları gerektiği değil, yalnızca 100 kadar ana Türkçe kelime ve fiil çekimi! Üstelik tehlikeli olduğunu söylediğimiz kabileye yaklaşmadan. Sıfır risk!" Konuşmamın sonunda hepsi bana bakmaya başlamıştı. Delirmiş olduğumu mu düşünüyorlardı, yoksa fikrin uygulanabilir olup olmadığını mı bilmiyordum; zira konuşmam bittiğinde akılcı ve uygulanabilir bir fikir olduğu konusunda içten içe ben de şüpheye düşmüştüm. Daha sonra projenin baştan sona pek de rasyonel temeller barındırmadığını düşününce bu plan tutar hacı diye geçirdim içimden. Sessizliği Berkalp Bey bozdu: “Bence bu şartlarda uygulanabilecek en uygun fikir bu.” Rauf Bey itiraz edicek gibi oldu ama genç dil bilimci Osman Bey'in “Konuyu yönetime taşıyıp papağan tedarik işlemlerine bugün başlayalım!" sözünden sonra, o da çoğunluğun coşkusuna dahil oldu.
O gün, papağanların temininin gerçekleştiği haberini aldıktan sonra hava kararmaya başlayınca biraz uyku için yatakhaneye döndüm. Uyumadan önce düşündüm: "Oha, bu fikri içki masasında söyleseydim diğer sarhoşlar hadi abi yavaştan kalkalım derdi. TÜBİTAK kabul etti… TÜBİTAK kabul etti…" Çok geçmeden sırıtarak uykuya daldım.
Bugün diğer 2 günden daha yoğun bir gün olacağı belliydi. 07:30’da uyandığımda papağan sesleri duydum. Gülümsedim. Hazırlanıp papağan seslerinin geldiği çadırdan içeri girdim. Kabile üyeleri için getirildiği aşikar olan ve ses yalıtımı uygulanmış kapıları açık şeffaf bölmelerdeki dev kafeslerin içinde 10 papağan duruyordu. Her kafesin başına birer sandalye konulmuş, Berkalp Bey ve Rauf Bey çalışmayla ilgili rapor dosyalarını hazırlıyorlardı. İçeri girdiğimi fark eden İhsan Bey fısıltıyla sessiz olmamı söyledi ve tam karşımda bulunan kafesi gözleriyle işaret ederek telsizin başında görevlileri yönlendirmeye devam etti. Belli ki papağanların besin kaynakları görevliler tarafından kabilelerin yaşadığı bölgeye yerleştirilmeye başlamıştı. Kafesin başına oturdum. Öğretilecek kelimelerin yazılı olduğu dosya hazırlanmış ve bölmenin duvarına asılmıştı. Onu alarak şöyle bir göz gezdirdim.
Et, Av, Napyosun?, Çok güzel, Mızrak, Uzat, Sevdim, Meme, Bebek, İyi, Gel, Git.
Bugünün tarihinin yazılı olduğu kısımda bu kelimeler yazılıydı.
Akşam yemeğine kadar her bölmeye girerek tüm kelimeleri yaklaşık 600 defa söyledim, papağanlar söylediklerimi tekrar etmeye başlamıştı. Bu gelişmeye sevindim. Kafeslerde işim bitince rapor dosyasına verileri ve öğrenilmiş kelimeleri kaydettim. Akşam yemeğinde başımın ağrıdığını, konuşma zorlukları yaşamaya başladığımı fark ettim. Yemekten sonra yatakhane çadırına giderek üstümü bile değiştirmeden kendimi yatağa attım. Sabah uyanınca bitişiğimdeki yatakta yatan İhsan bey, gece "Meme çok güzel, gel meme, sevdim gel, napyosun?" şeklinde sayıkladığımı söyledi. Utanarak ona durumu açıkladım. Anlayışla karşıladı. Birlikte kafes üssüne gittik. Bölmeye girerek günün kelimelerini papağanlara öğretmeye başladım.
Bu durum 8 gün boyunca aralıksız devam etti. 8. günün sonunda "atom fiziğine de profesörlüğe de lanet olsun" sendromuna girmiş gibi hissediyordum ve 14 günlük bu görevin bitmesine 6 gün daha vardı. Yönetim bölümüne gidip Hüseyin Hamdi Bey'e durumu anlatarak ana vatana dönmek istediğimi, projeden ismimin silinmesini istedim. Hüseyin Hamdi Bey ani bir hareketle çekmeceye eğilerek imzalamış olduğum belgeleri çıkardı ve bu belgeleri masanın üstüne vurarak beni vatan hainliğiyle, sorumsuzlukla suçladı. 15 dakika boyunca hararetle tartıştık. Çadırdan hışımla çıktım. 6 gün daha… İnanmadığım bir projede yer almak için 6 uzun gün. Ana vatandan uzakta, tutsak 6 gün! Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Aklımdan kaçmak bile geçiyordu, ancak projeye karşı içimde oluşmaya başlayan kin ve intikam duygusu bunu yapmamı engelledi. İçimde fırtınalar kopmasına rağmen, hiçbir şey olmamış gibi davranarak tam 5 gün boyunca kafeslere gitmeye devam ettim. 5 gün süresince geceleri de dahil olmak üzere kısa yemek ve uyku araları vererek kafeslerde bulundum. "Bugün bu lanet yerde son gecem." diye düşünerek o günün gecesinde erkenden uykuya daldım.