Oral Ünlü jan. 2013v | Page 11

313 numaralı hangara yaklaştığımızda avluda hummalı bir koşuşturma ile karşılaştık. Dev kafesler, içeriği meçhul tahta kutular ve üzerinde çok gizli yazan mavi dosyalar tasnif ediliyor, üzerlerine kırmızı bir damga vurularak Cessna tipi kargo uçaklarına yerleştiriliyordu. Bu koşuşturma arasında nihayet hangara giriş yaptık. İçinde doktor, mühendis, dil bilimci, iletişimci ve psikologların bulunduğu 12 kişilik bir grup olarak getirildiğimiz bu yerde bulunma sebebimiz henüz meçhuliyetini korurken, ismini her birimizin eline ulaşan o esrarengiz ve resmi mektuplardan bildiğimiz Hüseyin Hamdi Bey, bizi 2. kısım girişinde karşıladı. Takındığı samimi yüz ifadesiyle tek tek herkesin elini sıkarak kendini tanıttı ve bizi bir toplantı odasına davet etti. Duvarları, tavanı ve kraliyet tablolarını andıran altın yaldızlı faaliyet raporlarını gurbete düşmüş ecnebi şaşkınlığıyla inceleyen gurup, odaya girerek daha önceden hazırlandığı belli olan sandalyelere oturmaya başladı. Belirsizliğin getirdiği bir sıkıntıdan mı, yoksa projenin sorumluluk kaldırılamayacak derecede ciddi göründüğünden midir bilinmez, gruptaki insanlar boncuk boncuk terlerken rahat gibi görünmeye çalışıyor, kimi zaman kısa yolculukta tanıştıkları insanlara kafalarını öne ve yana uzatıp gülümseyen bakışlar atıyorlardı. Tam da bu sırada Hüseyin Hamdi Bey odaya girip gruba selam verdi ve konuşmasına başladı:

"Arkadaşlar, öncelikle bu davete eksiksiz olarak iştirak ettiğiniz ve henüz başlığını açıklamadığımız bu çok önemli projeye dahil olmayı koşulsuz kabul ettiğiniz için hepinize TÜBİTAK adına teşekkürlerimi sunuyorum.” Cümlesi biter bitmez odanın ışıkları yavaşça karartıldı ve hazırlanan sunumun ilk slaytı perdede belirdi:

"KAYIP TOPRAK MİSYONU"

Başlık belirdiğinde gruptaki sessizliğin yerini bir uğultu aldı. Oluşan şaşkınlığa ve anlamlandırma çabalarına Hüseyin Hamdi Bey konuşmasına devam edince bir son verildi ve meraklı 24 göz onun üzerinde yeniden birleşti.

“TÜBİTAK olarak aranızdan bazılarını istemeden de olsa zor duruma soktuğumuzun farkındayız. Birçoğunuzun başka projelerdeki görevlerini iptal edip geldiğini, hatta bir kısmınızın işlerini sonlandırmak zorunda kaldığını biliyoruz, ancak sizi temin ederim ki hem maddi hem de akademik olarak, tesadüf edebileceğiniz başka hiçbir proje, hiçbir çalışma maddi ve akademik açıdan sizi bu denli tatmin etmeyecektir. Bu brifingde tartışılıp değerlendirilmesi saatler sürecek bir konuyu sizlere ana hatlarıyla anlatacağım. Takdir edersiniz ki gideceğimiz yerde tüm bunlar için yeterli vaktimiz olacaktır.” dediğinde slaytlar bir bir değişmeye ve bunca okumuş insanın bile ancak Neyşınıl Ceografik’in akademik promosyon dergilerinde rast gelebileceği birtakım gerçeküstü doğa görüntüleri arka arkaya görünmeye başladı. Hüseyin Hamdi Bey’in bir acelesinin olduğu, saate bakmaya başlamasıyla koşut olarak ilerleyen slayt değiştirme sıklığından kolayca anlaşılıyordu ve nihayet konuşmasına devam etme kararı aldı:

“TÜBİTAK’a bağlı bilim insanları 9 Haziran 1987 sabahı, yakın bir zamanda keşfedilmiş bir orman kurbağası türünün biyolojik ve fiziksel özelliklerini araştırmak için bulundukları Machiano bölgesindeki tropikal alanda henüz keşfedilmemiş primitif bir kabileye rastladıklarını bize rapor ettiler. Raporun ayrıntılarıysa oldukça ilginç: Söz konusu kabilenin sözlü iletişime geçmediği, daha açık bir dille ifade etmek gerekirse, herhangi bir dil kullanmadıkları tespit edildi. İşte tam bu noktada bizim görevimiz bu kabileyle bir yolunu bulup iletişime geçerek onlara dilimizi benimsetmektir.”

sonlandırmak zorunda kaldığını biliyoruz, ancak sizi temin ederim ki hem maddi hem de akademik olarak, tesadüf edebileceğiniz başka hiçbir proje, hiçbir çalışma maddi ve akademik açıdan sizi bu denli tatmin etmeyecektir. Bu brifingde tartışılıp değerlendirilmesi saatler sürecek bir konuyu sizlere ana hatlarıyla anlatacağım. Takdir edersiniz ki gideceğimiz yerde tüm bunlar için yeterli vaktimiz olacaktır.” dediğinde slaytlar bir bir değişmeye ve bunca okumuş insanın bile ancak Neyşınıl Ceografik’in akademik promosyon dergilerinde rast gelebileceği birtakım gerçeküstü doğa görüntüleri arka arkaya görünmeye başladı. Hüseyin Hamdi Bey’in bir acelesinin olduğu, saate bakmaya başlamasıyla koşut olarak ilerleyen slayt değiştirme sıklığından kolayca anlaşılıyordu ve nihayet konuşmasına devam etme kararı aldı:

“TÜBİTAK’a bağlı bilim insanları 9 Haziran 1987 sabahı, yakın bir zamanda keşfedilmiş bir orman kurbağası türünün biyolojik ve fiziksel özelliklerini araştırmak için bulundukları Machiano bölgesindeki tropikal alanda henüz keşfedilmemiş primitif bir kabileye rastladıklarını bize rapor ettiler. Raporun ayrıntılarıysa oldukça ilginç: Söz konusu kabilenin sözlü iletişime geçmediği, daha açık bir dille ifade etmek gerekirse, herhangi bir dil kullanmadıkları tespit edildi. İşte tam bu noktada bizim görevimiz bu kabileyle bir yolunu bulup iletişime geçerek onlara dilimizi benimsetmektir.”

"Tanrım!" dedim kendi kendime. "Bunlar sağlıklı insanların düşüneceği şeyler değil." "Ee" dedim içimden, "Peki ama neden?" Benim içimden sorduğum soruyu, kuvvetle muhtemel sözsüz de iletişebilen dil bilimci Rauf Bey sesli olarak Hüseyin Hamdi Bey’e iletti: "Peki ama neden?"

Arkasında slaytlar akarken yüzünde rengarenk ışıklar beliren Hüseyin Hamdi Bey "Güneş Dil teorisi" dedi ve ekledi:

"Hepiniz yüksek derecelerde tahsil görmüş insanlarsınız. Atatürk’ün Güneş Dil Teorisi hakkında bilginiz olduğunu varsayıyorum. Siz de takdir edersiniz ki Büyük Önder Atatürk haksız olamaz, onu bu konuda da haklı çıkarmalıyız. Bizim görevimiz bu. Tüm devlet kurumlarının görevi bu değil midir Rauf Bey? Yöntemlerle ilgili ayrıntılar gideceğimiz yerde tartışılacak, çözüme uygun bir yöntem bulunarak uygulamaya geçirilecektir. Proje başarıyla gerçekleştirildikten sonra tüm izlerimizi silerek ana vatana geri döneceğiz ve bölgedeki ilkel komünü başka bir ülkeden isimsiz bir mektupla Amerikan Bilim Araştırmaları Merkezi’ne bildireceğiz. Amerikalılar da önlenemez keşif duygularının motivasyonuyla bölgeye intikal edecekler ve BİNGO! Bir Afrika kabilesinin Türkçe konuşması, Darvin’in evrimin kayıp halkasını bulması kadar sansasyonel olacaktır.

Ne küçük hesapların adamıymışsın be TÜBİTAK dedim içimden. Bu ne böyle ortaokul dönem ödevi gibi proje dedim, içinde bırakıldığımız duruma hayıflanarak kendi kendime söylendim. Kendini işine adadığı her halinden belli olan Rauf Bey doğru dönerek bana kınayıcı bir bakış attı. Dostum içimden söyledim nasıl duyuyorsun bunu! Bu adamdan iyiden iyiye kıllanmaya başlamıştım.