ÇİN’İN EKONOMİK VE ASKERİ
GELİŞİMİ VE POLİTİK YÖNÜ
Çin, her zaman ekonomik açıdan
yenilikçi bir ülke olmuştur ve istikrarını hep
korumuştur. Buna en iyi örneği 2013’te
başlatılan “Kemer ve Yol” (One Belt One
Road) projesi ile verebiliriz. Bu proje,
Çin’in nihai siyasi hedeflerine ulaşmak için
büyüyen ekonomisini sağlamlaştırmak için
tasarlanmıştır. Çin, girişime yaklaşık 400
milyar Dolar harcadı (ki bu rakam artabilir)
ve 86 ülke ve kuruluşlarla iş birliği anlaşması
imzalayacak. Ayrıca Çin, Amerikan gücünü
sınırlamak için projenin ürettiği ekonomik
ve politik etkiyi kullanabilir. İlişkisi olduğu
ülkelere baskı kurarak ABD’yi onlardan
uzaklaştırabilir. Özüne inildiğinde, Çin’in
nihai hedefi, ABD’yi Hint Pasifik’in dışına
çıkarmak ve dünya sahnesinde buna rakip
olmaktır.
Ayrıca Çin ordusunun, kendi diğer
enstrümanlarından geri kalmasının nedeni ise
tehdit unsuru oluşturmamak adına geliştirdiği
bir politik izlenimdir. ABD’nin karşı çıkmaması
için ve diğer ülkeleri de uyandırmamak için
kendini bu konuda geri planda tutmuştur.
Ekonomik, politik ve kültürel anlamda
gelişmeyi tercih
etmiştir.
ABD’NİN
ÇİN HAKKINDA
DÜŞÜNCELERİ VE
YAPTIRIMLARI
Günümüz ABD-Çin
ilişkisini anlamak ya da
ABD’nin Çin hakkında
düşündüklerini anlamak için ABD’nin 45.
Başkanı Donald J. Trump’ın yardımcısı Mike
Pence’in 4 Ekim 2018’de yaptığı konuşmasını
ele alabiliriz. Pence’in Çin’i ağır söylemlerle
mermi yağmuruna tuttuğu bir konuşma
gerçekleşmiştir. İroniktir ki aynı zamanda
sıcak ve sağlam diplomatik ilişkilere eğer Çin
daha insancıl davranırsa gelişmesini istediğini
de belirtmiştir. Ama en önemli yeri aslında
şuydu: “Çin’in gelişmesinde ABD’nin desteği
vardır.” Aslında bu düşünce Trump’a aittir
ki Pence Saray’daki konuşmasında tekrar
buna değinerek gardını indirmedi ve Çin’in
gelişmesinin asla ABD’ye kötü bir etkisi
olmayacağını belirtmesi kamuoyunda akılda
soru işaretleri bırakmış oldu. Nasıl mı?
Çin geçmişten bugüne uluslararası
trafiğini gizliden gizliye yürütmedi.
Önceki Çin Komünist Partisi Başkanı Mao
Zedong’dan yayılan komünizm dalgası, Çin
topraklarını diktatörlükle harmanlanmış bir
pasta olarak dünyaya sunulmuş oldu.
57
yoksun” ifadesini kullandı. Ortak bir noktada
buluşuyorlar: Hiçbirinin amacı ABD’nin
yerine geçmek ve dünya sisteminde lider
olmak değil ama yaklaşan Çin komünizm
rüzgârı, ABD hegemonyasını tahtından
edecektir. Ekonomik büyümesiyle korkutan
bir komünist gücün kanatları altında bulunan
birçok ülke de desteğini esirgemeyecektir.
Aralık 1978’de Çin ile ABD arasında
“diplomatik ilişkilerin kurulmasıyla ilgili
ortak bildiri” yayınlanmasının hemen
ardından, 1 Ocak 1979’da Çin ile Amerika
arasında diplomatik ilişkiler kurulurken
Amerikan tarafı da Tayvan ile arasındaki
diplomatik ilişkileri durdurduğunu ilan
etmiştir. Ardından, yine Ocak ayında Çin
lideri Dıng Xiaoping, ABD’yi ziyaret ederek
Çin-Amerikan ilişkileri tarihinde yeni bir sayfa
açmıştır. Peşine gelen yıllarda, ABD Başkanları
mütemadiyen Çin’i ziyaret etmiş
ve diplomatik
ilişkileri
sağlamlaştırma
yolunda
emin
adımlarla
ilerlemişlerdir.
1979 sonrasına
baktığımızda ABD Çin’i
dünya sistemine dâhil
etmeye yönelik politikalar izlemiş ve
ekonomik anlamda olabildiğinde kendine
bağlamaya çalışmıştır.
Çin de ideolojik anlaşmazlığı çoktan
bir kenara atmış ve kalkınma odaklı politika
izlemeye başlamıştır. Gelişmesi ise şaşırtıcı
olmamıştır. Çin, yabancı muhalefeti birlikte
seçmek ve etkisiz hale getirmek için gizli
eylemlerle kamu diplomasisinin bir birleşimini
üstlenmiştir. Konfüçyüs Enstitüleri’ni kurarak
bu gibi hassas konuları sineye çekmenin
yolunu bulmuştur. Çin Komünist Partisi’nin
savunduklarını ve söylemlerini yaymak için
İngilizce medya kuruluşları kurmuştur. Çin
istihbarat ajanlarını sırf Çin hakkında kötü
söylemler ediliyor mu diye kontrol etmek
için bölgelere göndermiştir. Kısacası; iki
ülkenin arasındaki gerginlik, günümüz dünya
sistemini tek kutuplu mu yoksa çift kutuplu
mu yapacağının netliğini hala kazandırmış
değil.