Optimum May. 2019 | Page 53

Üniversite kelimesinin Latince “Universus” yani “evrensel olan” kelimesinden türemesi son derece manidardır. Bu etimolojik tanım aslında üniversite kavramının gerçek mahiyetini bizlerin önüne sermekte. Şöyle ki bu kökenden yola çıkarak “üniversite”yi; “Tüm insanlığın, varlığın ve bunların ilişkisinden doğan birtakım yeni mevcudiyetlerin getirdiği yahut sebep olduğu evrensel sorunların dert edinilip çözüm üretilmeye çalışıldığı kurumlardır.” sentezini yapabiliriz diye düşünüyorum. Öyleyse “üniversite öğrencisi” de “Bu evrensel nitelikteki sıkıntıların çözümünü kendine sorumluluk bilen ve aldığı eğitimi, yaptığı araştırmaları, harcadığı onca emeği bu ulvi yolda kullanmaktan geri durmayan dünya insanı olma yolundaki bireydir.” diyebilir miyiz? Bundan çok değil 30-40 yıl öncesine kadar büyüklerimiz hakikaten de bu farkındalık ile eğitime bakmakta ve gerekliliklerini yapmakta idiler. Edindikleri bu dert ve dava anlayışı onları; bilgiyi, hakikati, ilmi talep etmeye sevk ediyordu ve bundan dolayıdır ki kendilerine “talebe” diyorlardı. Kökeninde talep etme fiilini barındıran bu mana dolu kelime, gerçek bir eğitme eyleminin ancak ve ancak ortada gerçek bir talep söz konusu ise gerçekleşebileceği bilinciyle kullanılıyordu. Peki ya şimdi nasıl? Maalesef ki tarih boyunca insanlık bunca zulüm, çile, savaşlarla sarsılmasına rağmen günümüzdeki gibi hiçbir zaman bu kadar metalaştırılmamış, insanın değeri hiç bu kadar yok sayılmamıştı. Dünya genelinde artan ihtiras, makam, mevki, kariyer hedefleri, temelden yoksun binalar halinde yükselmeye devam ederken gözlerimize perde inmemiş, asıl gerçeği ıskalamamıştık. İnsanlık adına böylesine acı gerçeklerle dolu bir dönemden geçerken asıl işin bizlere yani gerçek “üniversite talebelerine” düştüğünü ne zaman idrak edeceğiz? Ne zaman anlayacağız; iş dünyası dediğimiz, hayallerimizi süsleyen bu âlemin, üniversitelerde üretilecek ilme hiç olmadığı kadar muhtaç olduğunu? Cevabı basit: Ne zaman ki anlarız “insan”ı her işin, sürecin, sistemin merkezine koymamız gerektiğini; “bana neciliğin” yerine “paylaşmanın, dert edinmenin” gelmesi gerektiğini, işte o zaman bazı şeyler farkındalık oluşturmaya başlar. Bunun neticesi olarak da şu an kendimizi “yetiştirmekle” değil tıpkı bir makine gibi sadece “öğrenmekle” yetindiğimiz üniversitelerde ilmi “talep etmeye” başlayacağız. Dersleri, iki harfli notlara indirgenmiş şekilde değil de içinde hakikat barındıran birer yolculuk olarak kavrayacağız. Birbirimizle konuştuğumuz konular hocaların notları veya başkalarının başarıları değil de dünyanın dört bir tarafında zulüm gören, açlık çeken, adalet arayan, özgürlük isteyen insanlar olacak. Yani söz gelimi, önce kendimizi yani “insan”ı bileceğiz ki ancak o zaman yaptığımız o tüm çalışmalar, ilimler, kariyer yolculukları yüce bir amaç taşısın. Aksi halde bana neciliğin merkezde olduğu, herhangi bir maksada karşı aidiyet duygusunu barındırmayan mevcut toplum zihniyetini iyileştirmek için çok geç kalacağız. Enes Ustaömer 53 ÇEPEÇEVRE ÜNİVERSİTE