Klinik Öncesi Öğretim Dönemi
Klinik Öncesi Öğrenim Dönemi’nde de yine dört ders vardı. Ama artık tıbbiyeli olmuştuk. Yakamızdaki yılanlı tıbbiye rozetini daha bir benimseyerek sevinç ve gururla taşıyorduk. Aslında rozeti
F.K.B.’de takmaya başlamıştık ama Fen Fakültesi’ndeki durumumuzla tıbbiyelilik arasında pek bağlantı da kuramadığımız için rozet âdeta ileriye ait bir yatırım gibi algılanıyordu. Ancak şimdi durum
farklı idi. Tıp Fakültesi’nin kayıtlı öğrencisi idik yani hakiki bir tıbbiyeli... Böyle olunca rozeti taşıma havası da bir başka oluyordu… Beyazıt’taki Üniversite Merkez Binası ve onun yanındaki ek bina
bu üç yarıyıllık dönem süresince âdeta evimiz gibi oldu. Fizyoloji ile Biyokimya; Üniversite Merkez
Bina’sına girişte sağ bölümün alt katındaki iki kanatta, Anatomi ile Histoloji ve Embriyoloji de Merkez Bina’nın yanındaki binada, Morfoloji Enstitüsü’nde idi. Üniversite Merkez Binası’nın daha önce
Osmanlı İmparatorluğu’nun Harbiye Nezareti olduğunu biliyorduk ama doğrusu ana binaya pek benzemeyen yandaki bu Morfoloji Enstitüsü binasının geçmişini pek bilmiyorduk. En azından ben bilmiyordum. Sonraki yıllar, içindeki derslerle ilgili anılarım olan bu binanın önceleri Harbiye Nezareti’nin
güvenliğini sağlayan askeri birliğin kışla binası olduğunu, daha sonra da İmparatorluğun çalkantılı
son yıllarında siyasi tutuklular için kullanıldığını yani bir hapishane olduğunu öğrenince çok şaşırmıştım (Dipnot 1). İçinde sıkıntılı ve acı tutukluluk serüvenleri yaşamış olanların anıları ile bizim
neslin fakülte anıları arasındaki büyük farklılık, hatta buna tezat da diyebiliriz, hâlâ tuhafıma gider...
(Dipnot 1: Beyazıt’taki İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’nın Haliç’e bakan tarafındaki Morfoloji Enstitüsü binası (Bekirağa Bölüğü Binası), önceleri Harbiye Nezareti’ne bağlı nöbetçi
kışlası idi. Bina, İmparatorluğun son dönemindeki mütareke yıllarında ise -30 Ekim 1918
Mondros Mütarekesi ve bunu izleyen İstanbul’un İngilizler tarafından işgali ile başlayan
dönem- siyasi tutuklular için Harbiye Nezareti Hapishanesi olarak kullanıldı. İzninizle yeri
gelmişken, tarihimizin karanlık bir sayfası olan Mütareke Yılları ve bu bina hakkında biraz
daha geniş bilgi vermek istiyorum. Bilindiği gibi, Mondros Mütarekesi’nden hemen sonra,
13 Kasım 1918’de, düşman donanması Dolmabahçe önlerine gelip demirledi ve karaya 3500
asker çıkarıldı. Bu ilk işgal hareketi sonrası başlayan İngiliz baskısı ile Ocak 1919’da, İstanbul
Hükümeti (iktidardaki Hürriyet ve İtilâf Fırkası–Sadrazam Damat Ferit Paşa) tarafından kurulan ve başkanlığına da Nemrut Mustafa Paşa’nın getirildiği “Divan-ı Harb-i Örfi” isimli özel
mahkemede geniş bir tutuklama hareketi başladı. Tutuklananlar çoğunlukla Bekirağa Bölüğü binasına kondu. Bu ilk tutuklama hareketinde, tutuklananlar arasında I. Dünya Savaşı’nda
Osmanlı İmparatorluğu Sahra Sıhhiye Müfettişliği görevi yapan ve o sırada Gülhâne Tatbikat
Mektebi ve Serîriyâtı Müdürü olan Doktor Süleyman Numan Paşa da bulunuyordu. 10 Mart
1919’da 20 kişi daha tutuklandı. Eski Sadrazam Sait Halim Paşa, Fethi Bey (Okyar), Ahmet
Emin (Yalman) ve İttihat ve Terakki Merkez Komitesi üyesi Doktor Fazıl Berki bu gurup içinde
idi. İngilizler, tutsakların savaş suçlusu olarak yargılanmasını istediler. Bu baskı ile 08 Nisan
1919’da ilk kez bir Türk, savaş suçlusu olarak yargılandı. Bu kişi, kısa bir yargılamadan sonra
Ermenilerin göçü ile ilgili olarak suçlu bulunup, 10 Nisan 1919’da Beyazıt Meydanı’nda asılan eski Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey idi. Bu olay toplumda geniş bir tepkiye
sebep oldu. Mehmet Kemal Bey’in cenazesi, tıbbiyelilerin de katılımı ile, büyük bir tören16