4
H. MACİT ÜZEL
ten sonraki ders Çapa Hastanesi’nde ise, Çapa’dakine yetişmek için en uygun yol işte bu gecekondu
bölgesi idi. Dersleri kaçırmamak için tek ve en kestirme yol... Yazın tozlu, kışın çamurlu...
İzninizle burada, Aksaray hakkında ayrı bir parantez açmak istiyorum. İstanbul’un o eski ve güzel
Aksaray semti için... Tabii o eski ve güzel semtte yaşama zevkini tatmış bir kişi olarak... Şimdi içinde
yaşadığımız Aksaray Meydanı açılırken, Valide Camisi’nin karşısındaki geniş bir ada tamamen yıkıldı. Tabii önündeki ağaçlar da kesilerek. Buna, Vatan Caddesi’nin Aksaray’a giriş kısmı ile Millet
Caddesi’nin genişletilmesi hatta Aksaray-Beyazıt arası yeni yapılanmalar da eklenince, birçok tarihi
eser de yıkıldı (6). Aksaray’ın, o eski İstanbul’a has dokusu da tamamen kayboldu. Şimdiki şekilsiz
ve gürültülü Aksaray’dan geçerken, tarihi dokuyu koruyarak modernize olan Avrupa kentlerini düşünüp, büyük üzüntü duyuyorum. Zira Aksaray, İstanbul’un İstanbul’a has çok özel bir bölgesi idi.
Beyazıt da öyle değil mi? Hatta o daha da kötü oldu. Uzun yıllar yaz-boz tahtasına döndürülerek.
Özetlersek; hem tarih hem de şehircilik açısından bilgisiz bir modernleşme çabası ile yapısal özelliğini, aşırı ve düzensiz göçlerle de toplumsal yapısını bozduğumuz İstanbul’un en eski ve en güzel iki
semti... Hakikaten çok yazık oldu.
Sevgili okur, o devrin şartlarını anlamak için yalnız yol durumunu bilmek de yeterli değil. Araç
sorunu da var. Taksi henüz çok yeni ve bizler için lüks ve pahalı idi. Aklımıza bile gelmezdi. Dolmuş
sistemi ve hatta otobüs taşımacılığı da yaygın değildi. En pratik olanı tramvaylardı. Ucuzdu ve İstanbul genelinde yeterli, güzel bir tramvay yolu ağı da vardı. Bize en yararlı hat, Beyazıt-Topkapı hattı
idi. Beyazıt’tan, yurtların çoğunlukta olduğu bu bölgenin öğrencilerini alarak Aksaray’a gelindiğinde, Cerrahpaşa’ya gidecekler burada inip karakolun yanından Cerrahpaşa Caddesi yolu ile yürüyerek
Cerrahpaşa Hastanesi’ne giderlerdi. Tramvay, Haseki Hastanesi’nin hemen altından geçerken Haseki
yolcularını da orada bırakır, daha sonra Çapa Hastanesi’nin önüne gelince Çapa (Yukarı Gureba) ve
Aşağı Gureba yolcuları da burada inerdi. O devir şartlarında bu tramvay hattı bizim için âdeta ilaç
gibi idi.
İzninizle burada da tekrar bir parantez açıp, o devrin çok önemli bir ulaşım aracı olan, tramvaylar hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Tüm İstanbullular gibi benim de, öğrencilik ve asistanlık
yıllarımda, çok kullandığım şirin ve çilekeş tramvaylar hakkında... Her gün iç içe yaşadığımız âdeta
ikinci bir evimiz gibi olan tramvaylar... Belki bir kısmınız bunu, basit bir nostalji diye tanımlayacaksınız. Ama hiç öyle değil. Bugün de arıyorum onları. Faydalı ve güzel olduklarına inanarak. Öğrencilik
ve asistanlık yıllarımdan çok sonra, gidip görme olanağı bulduğum modern bazı Avrupa şehirlerinde, onları dar yollarda ve hatta geniş caddelerde seyrederken görünce bunu daha iyi anladım. Taksi,
otobüs, özel arabalar hatta metro ile uyumlu olarak çalışan tramvayları. Bizim beceremediğimiz bir
güzellikti bu... Yazık...
Tıp Fakültesi öğrenciliğimin başladığı 1949-1950 yılları tramvayların yani raylı ulaşımın İstanbul
yaşamındaki en parlak dönemi idi. Önce 1869’da atlı ile başlamış, 1914’te atlıdan elektriğe geçilmiş,
savaşlar, yokluklar ve sıkıntılarla geçen yıllardan sonra da şehrin her iki yakasında kademeli olarak
genişletilip çok güzel ve yaygın bir yol ağı oluşturulmuştu (5). Anadolu Yakası pek bilmem ama, o
yıllar içinde yaşadığım İstanbul’un Avrupa Yakası için bilgi verebilirim. Beyoğlu bölgesinde -