XXII
ÖNSÖZ
İşin bana ilginç gelen bir başka yönü de, 19. yüzyıldaki tıp tarihimiz ile ilgili yaptığım çalışmada
bulabildiğim yayınların çoğunun, 1827 ve daha sonra 1839’da kurulan askeri tıp mektepleri ve
buralardaki eğitim ile ilgili olması idi. Aslında büyük bir övgüyle bahsedilen bu kuruluşlardan 1839’da
kurulan Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne’den ilk otuz yıllık eğitim sürecinde topu topu üç yüz kadar
askeri hekim yetişmiş ve bunlarla askeri teşkilâtın hekim ihtiyacı bile karşılanamamıştı. Ülkenin
öz dilinde bir eğitimi bile reddeden, yabancılar ve yabancıların eğitim ve desteği ile yabancılaşmış
azınlıkların kontrolündeki bu kuruluş hakkında çok sayıda övgü ile dolu yayınların yanında, o
dönemde tüm Osmanlı toplumuna hekim yetiştiren diğer kuruluşlar hakkında maalesef çok az yayın
bulabildim. Örneğin, döneminin mükemmel bir kuruluşu olan Süleymaniye Külliyesi’ndeki Tıp
Medresesi’nin tıp eğitimi hakkında bile çok az yayın vardı. Onlar da derinliğine değil. Ya diğerleri?
Beğenir veya beğenmeyebiliriz, yeterli veya yetersiz bulabiliriz ama o bizim tarihimiz. O dönemler tıp
dünyamızda ve tıp eğitimimizde aksamalar varsa bunu da iyi inceleyip yorumlayarak bu olaylardan
ders almamız da gerekmez mi?
Tıp tarihimizin 19. yüzyıl kesitine ait bu durum beni daha önceki yıllara doğru çekti. Anadolu
Selçukluları ve Beylikler dönemine ait, pek düzenli değilse bile, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk
dönemlerine göre daha fazla yayın buldum. Bunlar genellikle hastanelerin mimari düzenlemeleri,
vakıf sistemi ve idaresi ile ilgili olup biraz da eğitim içerikli yayınlardı. Ayrıca bu yayınlarda, o
dönemde yazılmış tıp kitapları ve yazarları hakkında bilgiler de vardı. Ancak, tıp tarihimiz açısından
bu noktaya gelindiğinde, tarihin derinliğine doğru konunun âdeta üçe ayrıldığını görüyorsunuz.
Birincisi, Selçuklu Dönemi ile sonraki Osmanlı Dönemi tıbbının temeli olan Orta Asya Türk
Tıbbı. İkincisi, Anadolu’daki eski medeniyetlerin tıp kültürü. Üçüncüsü de, Selçuklular ile sonraki
dönemlerde felsefesi ve kuralları ile tıbbımızı önemli şekilde etkilemiş olan İslam dini ile ilişkilerdi. Bu
noktaya geldiğinizde ilk zorluk, Orta Asya Türk toplumlarının tıbbına uzanmak istediğinizde başlıyor.
Avrupa’nın bile yıllar önce bulup faydalandığı İbni Sînâ, el-Râzi, Birûnî gibi MS 10. yüzyıl civarı
Türk tıp büyükleri dışında onlardan önceki dönemler âdeta kapalı kutu. Hatta, İran ve çevresinde
hüküm süren Büyük Selçuklular Devleti tıbbı hakkında da hemen hiç bilgimiz yok. Yani Orta Asya ile
Anadolu arası da âdeta kopuk. O kadar ki, milattan çok önceki yıllardan beri Orta Asya’dan Avrupa
içlerine, Sibirya’ya, Çin’e ve güneyde Hindistan’a uzanan bu muazzam Türk medeniyetleri hakkında da
sağlık konusu yönünden hemen hemen hiç bilgi yok. Bulunan tek tük eser de yabancı kaynaklı ve tabii
kendi anlayışları yönünde yazılmış. Hatta, bilgisizliğimizin de ötesinde, bu köklü ve uzun Türk tarihi
dönemi içindeki Türk toplumlarını, kışın ovaya inip yazın yaylaya çıkan basit bir göçebe toplumu
olarak tanımlamalar bile var... Orta Asya’dan başlayan bu büyük yayılma ile gidebildikleri en uzak
yörelere bile medeniyet götüren Türk boylarının günümüze kadar uzanan eserlerini bile görmeden bu
söylemler nasıl yapılıyor? Doğrusu anlamakta çok zorlandım. Aslında bu aymazlık tüm Türk tarihi
alanında var ama beni, bu kitapla ilgisi yönünden, en çok tıp tarihimizdeki eksiklikler etkiledi.
Selçuklular öncesi tıp tarihimizin ikinci ayağı da eski Anadolu medeniyetleri tıbbı idi. Konunun
bu yönünü incelerken, dikkatimi çeken ilk nokta Selçukluların Anadolu’ya gelişi öncesi Anadolu
tıbbı konusundaki bilgilerin yetersizliği ve düzensizliği oldu. Kitabın akışı içinde de bu bilgi
yetersizliği ile düzensizliğine sık sık temas edeceğim. Örneğin, eski medeniyetlerden Hititlerin
(Etiler) tıbbı hakkında oldukça geniş bilgi var ancak Hititler sonrası MÖ 5. ve 4. yüzyıllara kadar
hemen hiç bilgi yok. Hâlbuki bu uzun dönemde, basit tarih kitaplarında bile, Anadolu’da birçok
büyük medeniyetlerin yaşadığı yazılır. Üstelik bu dönem yazının da bulunup kullanıldığı yıllar...
Küçük bir turistik gezide bile Anadolu’nun hemen her tarafında bu dönem medeniyetlerine ait tarihi
kalıntılar ve eserler görülürken bu medeniyetlerin tıbbına ait büyük boşluklar bana çok garip geldi...
Bu boşluk sonrası birden, MÖ 5. ve 4. yüzyılda Anadolu’da Ege Bölgesi’nin güney kısmında dar bir