nisan2019 nisan2019 | Page 16

Havva Mercan Saklandı. Çiçeklerin üstünden çaresizce geçerek ve bir böceği ezerek, titretti ölümü. Gün bugündü. Dün günündü. Yarın geldi çattı. Şimdi korku kalbini yerinden taşıyacaktı neredeyse. Evet taşıyacak. Kalp taşınmaya hazırlanıyorsa göğüs kafesinden, toparladığı şeyler arasında yarınlara sarıp sarmaladığı tek şey çocukluğudur. Bunu görebiliyordu. Gürültülü trenler geçiyordu üstlerinden. Ve saklandığı yerden görebiliyordu annesi ve kardeşlerinin üzerinde ani iniş yapan yolcu vagonlarını. Görüyordu, tren, tek başına bütün olarak inmiyordu göklerden. Parçalanarak ve parçalamak üzere yolları, tel tel vagonlar halinde, savrula yıkıla ve yıkarak umutları, düşüyordu. Saklandığı yerden izliyordu trenin dumanlarını. Bir anlık bir hareketsizlik kapladı etrafı, dikkat kesildi susmaya. O an böceği hatırladı. Ürktü ve ürperdi hemen ardından. Biraz daha hareket etmeden ayaklarına baktı. Ayağını yavaşça kaldırırsa eğer, bir ümit, yaşatabilecekmiş gibi onu, öyle bir duanın kabulünü arz eder gibi yavaş kaldırdı ayağını. O incelmişti. İncecik olmuştu. Adeta bir kumaş gibi serilmişti yere. Tutamadı kendini. Elini ağzına tıkayarak ve ısırarak mor dudaklarını, ağladı. Hıçkırıkları dolup taştı midesinde, açlığı yatıştı. Ağladı, susuzluğunda boğulacak gibi oldu. Sesler duyuldu. Böceği unuttu, annesini hatırladı, birde Selim’i ve kavruk saçlı Lara’yı. Onlarla oynadığı oyunlarını aldı bir eline umut niyetiyle, böceğe baktı, annesi… Annesi trenlerin dumanında, uykusu ağır. Başka diyara meyilli, kâinata sağır. İlerliyordu vagonlar, sesler geliyordu yeniden ve enkazın içinden bir telsiz sesi yankılandı, durdu, dinledi. Trenin indiği yerde hiç yolcu kalmadığını öğrendi. Selim ve Lara’yı özledi şimdiden. Elini sıkıştırdı yine ağzına, hıçkırdı. 16