Natura November - December 2010 | Page 33

TUBA İNAL’IN HEYKELLERİNDE DENİZ TEMASINA YER VERİYOR. THE FORMS OF THE SEA IS A RECURRING THEME FOR INAL. duyguyu taşa nasıl geçirebileceğimi düşünüyorum. Yoğun bir ön çalışma süreci oluyor her heykele başlamadan önce. Kafamda mutlaka bir konsept ve sergiyle ilgili bir tema oluyor. Taşı alıp, ona bakıp eseri birden ortaya çıkaramıyorsunuz. Mutlaka bir konuyla, bir duyguyla yola çıkılıyor. Daha sonra maket yapıyorum. Çizimden çok maketle çalışıyorum genel olarak, kille… Başka malzemeleri de kullanıyorum zaman zaman. Ama yaptığım maketlere çok bağlı kalamıyorum. Özel sipariş üzerine çalışıyor olsam dahi sonunda bir yerden ucunu kaçırıyorum, maketin aynısı olmuyor. Şekillendirme sürecinde hem taş beni yönlendiriyor, hem ben taşı yönlendiriyorum. Karşılıklı bir etkileşim halinde oluyoruz. Çok hoş bir alış-veriş oluyor taşla kişinin arasında. Süreci ben kendi adıma bu şekilde tarifleyebiliyorum. Genelde yaptığım eskiz bir kenarda kalıyor, ona çok bağlı kalamıyorum. büyüklükte taşları ne kadar yontabileceğime emin değildim. Hem de hala destek aramak konusunda insanlarla ilişkiye geçebilecek kadar aktiftim. Bu şekilde destek aramaya başladık. Olumlu ya da olumsuz cevaplar aldık ama maliyeti fazla gibi gözüküyordu. Aslında o kadar yüksek olduğunu düşünmüyorum, kurgusu olan meşakkatli bir iş bu, bir ekip işi. Sonra bu sergiyi borçlu olduğum arkadaşım, İMİB’le belli zamanlarda, belli konularda yazışan “Yeşil Adımlar” derneği kurucusu Doç. Dr. Leyla Derya bana İMİB’den destek istemeyi önerdi. Kabul ettim. İMİB yazışmaya hemen cevap verdi ve bu işin onlar için çok uygun olduğunu, destek vereceklerini söylediler. Ben Kaz Dağları, Adatepe Köyü’nde yaşıyorum, hemen geldim. Sergiyi, konseptini onlara anlattım, aşağı yukarı bir bütçe belirleyerek işe başladım. Heykellerinizin formu malzemeye göre mi biçimlenir? Çok özgür olduğumu söylüyorum, ama çalışmaya başladıktan sonra taşın da bazı yönlendirmeleri oluyor dediğim gibi. Beni kısıtladığı noktalar oluyor. Ters bir damarına geliyorum, ‘oraya vurma’ diyor mesela. Karşılıklı bir mücadele ilişkisi bu. Kilde olduğu gibi alıp, yoğurup kurutmak kadar basit değil. Bu durum, bu direnç, mecburen kafamdaki formu değiştiriyor, ve heykeli de tabii… Taş daha karakterli, hatta canlı. Ben doğada hiçbir şeyin ölü olduğuna inanmıyorum. Gerçekten taşın canlı olduğunu düşünüyorum. Bu serginiz için 18 aylık bir çalışma süreci geçirdiğinizi biliyoruz. Bu süreç nasildi? Heykellerin fikri nasıl ortaya çıktı? Çalışırken neler değişti? Sergiye bir isim koymadım. Ben ismin getirdiği çerçeveden hoşlanmıyorum, herkesin kendi görüşlerine bırakmayı tercih ediyorum bir noktada. Ama benim için serginin teması su, deniz ve mandala. Teması bu üç unsurun çevresinde dönüyor. Mandala bütün konsepti toparlayıcı bir öge; deniz ve suyu içine alan bir yapıya sahip. On adet 2 metrelik heykel var sergi dahilinde, On adet de daha küçük boytta heykel… Küçük boyuttakiler 1 metre civarında. Küçük boyuttakiler salonda sergilenecek, iki metre civarında olanlar ise aşağıda, galerinin önünde, Abdi İpekçi Caddesi’nde sergilenecek. İMİB ile ortaklığınız nasıl başladı. Bu ortaklık sürecini anlatır mısınız? Şu anda sözünü ettiğimiz sergiyi üç yıldır kafamda kurguluyordum. Ancak benim finansman açısından tek başıma altından kalkamayacağım kadar büyük bir işti. Uzun zamandır gerçekleştirmek istediğim bir hayaldi. “Gerçekçi ol, imkansızı iste” sözünün hayata yansıması gibi. Ufkun öteki tarafını, olamayanı görmeye çalışıyordum. Artık 52 yaşındayım, bundan sonra o 36 NATURA • KASIM-ARALIK 2010 Ne tür taşlarla çalıştınız? Bu 6W&v