Ne acıdır ki günümüzde yanımız – yöremiz, önümüz – arkamız, liyakatsiz, basiret ve
ferasetten yoksun insanların işgali altındadır. İnsanlar bir yerlere başkan veya yönetici
olabilmek adına değer, ilke ve davalarını kurbanlık koç gibi allayıp pullamaktalar.
Hele de şan – şöhret amacı ile vazifeye talip olmak bütün bir milleti dolandırmaya kalmak
değil de nedir? Zamanında ne güzel demiş diyen: “Şöhret, felakettir.” Lakin hakiki tabloya
baktığımızda ise insanların, gözlerine mil çektirmişçesine bu felaketin kucağına
atladıklarını görüyoruz.
İşin can acıtan bir diğer kısmı ise, çoğu zaman vazife talebine red cevabı verildiğinde söz
konusu şahıs bir gün önce uğruna ölebileceği davanın, o günden itibaren düşmanı
olmakla beraber aynı şekilde kendisine mühim bir vazife verilen bir kişiden, aynı vazife
geri alınmak istendiğinde de ver yansın edip, ortalığı tozu dumana katmaktadır. Halbuki
kişi, her daim yaptığı işe kendisinden daha ehil bir kimsenin olduğunun veya olacağının
bilincinde olup, verilen vazifenin bir emanet olduğu şuuru ve erdemi ile, sadece rıza-i
ilahi için hareket etmelidir. işte bu erdem gerçekten de hizmet gayesi içerisinde olanlara
mahsus bir erdemdir. Hizmetten maksat ise insana / insanlığa / İslam’a yani direk olarak
Allah’a hizmettir. Allah’ın amaç olduğu bir davada ise kayırmak, kayrılmak, makam, mevki,
şöhret vb. kavramlar birer boşa çalışma olup, ahirette müflis olacak olmanın habercisidir.
Vazifenin, aslı itibari ile istendiğinde zillete dönüşebileceği, layık görüldüğünde ise bir
izzet olabileceğini kavradığımız günleri tez zamanda görmemiz dileği ile...
Vesselam...
44