- “İnsanı dünya değiştirir” dedim abiye. Durdu bir zaman ne bir şey söyledi ne de baktı
yüzüme.
Sadece ağır ağır çekmeye devam etti kehribar tespihini ve demli çayından bir yudum
daha içti.
- “Hayır” dedi “hata ediyorsun” sonra derin derin baktı gözüme “İnsan dünyayı değiştirir”
deyiverdi.
Hata ettiğim yeri anlamıştım aslında. Şikâyet ettiklerim benim eserimdi. İnsan yapıyor
daha doğrusu insan bozuyor sonra da “bozuk” deyip de hayıflanıyordu. Oysa doğru yolda
eğri yürünmüyordu ki. Biz yolu sapıtıyor, yoldan çıkıyor ve sonra da bulamıyorduk onu.
Haklıydı. Ama nereden başlanmalıydı?
Sormadım. O da söylemedi zaten. Hem “sözün tamamı ahmak olana söylenir” fehvasınca
her zaman böyle yapar yarım bırakırdı anlattığını. Yine öyle yapmıştı. Kalktı oturduğu
iskemleden “Allah’a emanet” dedi ve çıkıp yürüdü sakince. Tam kapıdan çıkıyordu ki
ardına doğru döndü ve gözlerimin ta içine baktı tebessüm etti ve gitti. O kalkınca az evvel
elinin altında duran ve devamlı bir şeyler karaladığı kâğıt ilişti gözüme. Bir cümle yazmıştı.
Okuyacağımı biliyor muydu yoksa sadece öylesine ve nedensiz bir karalama mıydı
bilmem. Ama şöyle yazıyordu kalın ve büyük harflerle;
“N’eylerse güzel eyler…”
…
Öyleydi elbette ve öyle de olmalıydı. Değişiyordu her şey ve değişende de bir hayr
aranmalıydı. Bulunurdu muhakkak. En azından aramaya bir yerlerden başlanmalıydı. Zira
“Allah, yeniden başlayanların yardımcısıydı…”
22