Mayıs 2019 mayıs2019 | Page 19

“İn cin uykuda, yalnız iki kişi uyanık / Biri benim, biri de serseri kaldırımlar” evresi yerini, “Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök! / Heybem hayat dolu, deste ve yumak / Sen, bütün dalların birleştiği kök; / Biricik meselem, Sonsuza varmak…” dönemine bırakmıştı artık. 1939 yılına tekabül eden bu dönemden vefatına kadar Allah’ı aramanın, anlatmanın ve kutlu davanın hizmetkârı olmanın gayretinde oldu. Çünkü ona göre “bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük”tü. Sakarya ismiyle resmettiği gençlere şöyle seslendi: “Ne ağır imtihandır başındaki Sakarya! / Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?” İslam’ın ve ona dair her şeyin lügatlerden silinmeye çalışıldığı dönemde, gençlerle uzun uzun konuşuyor ve “Dünya bir İnkılâp Bekliyor” diyerek, insanlığı huzura kavuşturacak inkılâbın neferlerini yetiştirmeye çalışıyordu. Yıllarca haykırdığı, mücadele ettiği, çilesini çektiği “dava”sı bugünlerde yeni yeni anlaşılmaya başlandı. Dünyanın beklediği inkılabı gençlerin gerçekleştireceğine inanan üstad, “genç adam”ın özelliklerini şöyle anlatıyordu: “Düne kadar bu genç adam, inanılmış bir dâvâ etrafında ve ancak ev sahibine düsen bir çile borcu altında, Viyana’dan Yemen’e kadar bütün taarruz ve müdafaa yollarımızı al kanıyla asfaltlamış, böyleyken hor görülmüş ve değerlendirilmemiş; bugün ise ‘ne siz sorun, ne ben söyleyeyim’ yakasının içinde büzülmüş kalmıştır. Bugünün genç adam tipini, dedesi başka, babası başka, mescidi başka, mektebi başka, mahallesi başka, meydanı başka, köyü başka, kasabası başka; kitabı, dergisi, gazetesi başka başka istikametlere çekerken, o, sadece bir bünye sırrıyla ayakta kalabilmekte ve bin yıllık Anadolu tarihinin hazin ve değişmez tecellisine bağlı, her şeyi boyuna içine akıtmakta, içinde biriktirmektedir. Ortalıkta görünmeyen bu gençtir ki, Türk gencinin hakikî tohumu ve tohumluğudur ve bütün dâva, cemiyet meydanında onun sâyedar ağacını yetiştirmekten ibarettir. Bu genç olma ve oldurulma yolundadır…” Peki, biz Necip Fazıl’ın çilesini ne kadar anladık? 95 yıllık süreçte “muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak” için, “modern ve muasır” gençler yetiştirmenin derdinde olduk! Ancak “muasır ve modern” gençlerimiz, binlerce yıllık tarihinden ve o tarihin kendisine yüklediği yüce gayeden bihaberdi. Hatta, böyle bir bilinci hayatından tamamen çıkarmıştı. Yüzünü Batı’ya dönmüş, özü ile irtibatını sıfırlamış bu yeni nesil, bir zamanlar dünyada adaleti tesis eden, mazlumlara kucak açan, merhamet denilince akla gelen irfan geleneğini devam ettirmekten yoksun bırakılmıştı. 19