“İn cin uykuda, yalnız iki kişi uyanık / Biri benim, biri
de serseri kaldırımlar” evresi yerini, “Diz çök ey zorlu
nefs, önümde diz çök! / Heybem hayat dolu, deste ve
yumak / Sen, bütün dalların birleştiği kök; / Biricik
meselem, Sonsuza varmak…” dönemine bırakmıştı
artık. 1939 yılına tekabül eden bu dönemden
vefatına kadar Allah’ı aramanın, anlatmanın ve kutlu
davanın hizmetkârı olmanın gayretinde oldu. Çünkü
ona göre “bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava
büyük”tü. Sakarya ismiyle resmettiği gençlere şöyle
seslendi: “Ne ağır imtihandır başındaki Sakarya! /
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?” İslam’ın ve
ona dair her şeyin lügatlerden silinmeye çalışıldığı
dönemde, gençlerle uzun uzun konuşuyor ve “Dünya
bir İnkılâp Bekliyor” diyerek, insanlığı huzura
kavuşturacak inkılâbın neferlerini yetiştirmeye
çalışıyordu.
Yıllarca haykırdığı, mücadele ettiği, çilesini çektiği “dava”sı bugünlerde yeni yeni anlaşılmaya
başlandı. Dünyanın beklediği inkılabı gençlerin gerçekleştireceğine inanan üstad, “genç
adam”ın özelliklerini şöyle anlatıyordu: “Düne kadar bu genç adam, inanılmış bir dâvâ
etrafında ve ancak ev sahibine düsen bir çile borcu altında, Viyana’dan Yemen’e kadar bütün
taarruz ve müdafaa yollarımızı al kanıyla asfaltlamış, böyleyken hor görülmüş ve
değerlendirilmemiş; bugün ise ‘ne siz sorun, ne ben söyleyeyim’ yakasının içinde büzülmüş
kalmıştır. Bugünün genç adam tipini, dedesi başka, babası başka, mescidi başka, mektebi
başka, mahallesi başka, meydanı başka, köyü başka, kasabası başka; kitabı, dergisi, gazetesi
başka başka istikametlere çekerken, o, sadece bir bünye sırrıyla ayakta kalabilmekte ve bin
yıllık Anadolu tarihinin hazin ve değişmez tecellisine bağlı, her şeyi boyuna içine akıtmakta,
içinde biriktirmektedir. Ortalıkta görünmeyen bu gençtir ki, Türk gencinin hakikî tohumu ve
tohumluğudur ve bütün dâva, cemiyet meydanında onun sâyedar ağacını yetiştirmekten
ibarettir. Bu genç olma ve oldurulma yolundadır…”
Peki, biz Necip Fazıl’ın çilesini ne kadar anladık? 95 yıllık süreçte “muasır medeniyetler
seviyesine ulaşmak” için, “modern ve muasır” gençler yetiştirmenin derdinde olduk! Ancak
“muasır ve modern” gençlerimiz, binlerce yıllık tarihinden ve o tarihin kendisine yüklediği
yüce gayeden bihaberdi. Hatta, böyle bir bilinci hayatından tamamen çıkarmıştı. Yüzünü
Batı’ya dönmüş, özü ile irtibatını sıfırlamış bu yeni nesil, bir zamanlar dünyada adaleti tesis
eden, mazlumlara kucak açan, merhamet denilince akla gelen irfan geleneğini devam
ettirmekten yoksun bırakılmıştı.
19