Okula başladım. Sınıftan birçok arkadaşımı lojmandan tanıyordum. Okul elbette ki sıkıcıydı. Kapıcı çocuğu olmanın inanılmaz avantajları vardı. Herkesten aidat parası alınırdı. Benden alınmazdı. Her hafta bir kişi, öğretmen masasının örtüsünü yıkamaya götürürdü. Sıra bana gelince, öğretmen örtüyü direkt sınıf listesinde benden sonrakine verirdi. Milli Eğitim tarafından öğrencilere dağıtılması için ayakkabı ve çanta gönderilirdi; öğretmen öncelikle bana verirdi. Yerli malı haftasında öğretmenimiz herkese ayrı ayrı sipariş verirdi. Benden hiç söz etmezdi. Ben de ısrarla parmağımı kaldırıp“ Öğretmenim ben?” derdim. Öğretmen en sonunda dayanamayıp“ Sen de helva getir.” derdi. Üç yıl üst üste helva götürdüm; ne öğretmenim ne de arkadaşlarım hiç ama hiç yemediler. İlk sene götürdüğüm helvanın markasından dolayı kimsenin yemek istemediğini düşündüm. Bundan dolayı da babama ikinci sene başka bir marka aldırdım. Sonuç değişmeyince üçüncü sene boyuttan kaynaklı bir sıkıntı olabileceğini düşündüm. En büyük boyu aldım, aynı zamanda fıstıklıydı. Sonuç değişmedi. İşin ilginç tarafı ben de Derya’ nın getirdiği pastaları helvaya tercih ediyordum.
Helvayı her eve getirdiğimde markası ve boyutu ne olursa olsun o gece biterdi. Babam“ Okulda niye yemediniz?” dediğinde:“ Herkes helva getirmişti baba bu fazla kaldı. Öğretmen de bana sen eve götür dedi.” yalanını söylerdim. Babamın üzülmesini istemediğim için değil, ablalarımın ağız tadıyla yiyebilmeleri için böyle derdim. Babamın üzülmesi çoğu zaman umurumda değildi, bazen üzülmeyi hak ediyordu çünkü; o kadar çok sigara içiyordu ki evin her tarafı sigara kokuyordu. Bu sigara kokusu da benim önlüğüme siniyordu. Bu koku yüzünden Derya benimle oturmak istemiyordu, her gün ağlıyor ve öğretmene şikâyet ediyordu. Öğretmen ilk başlarda benim içtiğimden şüphelendi daha sonra şüphesinden vazgeçti. Derya’ nın annesi okula geldi. O pencere tarafındaki ilk sıraya geçti, ben de duvar tarafındaki son sıraya geçtim. Birkaç gün boyunca okulda hiç kimseyle konuşmadım, resim defteri almadım, sınıf nöbetçisi olduğum gün hiç sınıfta durmadım. Bu böyle olmayacaktı, depresif halimden hem ben sıkılmıştım hem de sınıf başkanı Canan sıkılmıştı. Tahtaya yazacak isim bulamıyordu. Bu da onu yeterince geriyordu.
Futbola geri dönmeye karar verdim. Teneffüste belki Derya bizi izler de yanımdan kalkmanın ne kadar da saçma bir şey olduğunu anlar ve tekrar yanıma gelir diye umdum. Maçlarımız oldukça sıradandı. Sınıftaki tüm erkekler iki takıma ayrılırdık. Okulun bir ucuna kalelerden birini, diğer ucuna kalelerden diğerini çöp kutularıyla belirlerdik. Ardından yaklaşık beş yüz öğrenci aynı anda bahçede olduğunda maça başlardık. Meyve suyu kutusuna basmak penaltı demekti. Yapılan faul karşısında faule maruz kalan ağlarsa eğer, sahanın neresinde olursa olsun, yine penaltıydı.
21