ve geceler daha uzun, güneş daha parlak, ay daha doğurgandı. Yıldızlar daha çoktu sanki. Deniz daha güzel kokuyordu. Gökyüzü, mavinin en güzel renkleriyle bezeliydi. Hiçbir şey yapmasa da olurdu burada insan. Sadece oturup çayını içebilirdi mesela. Bir de sigara yakardı. Elinde belki bir kitap … Fonda alaturka bir müzik … Hiçbir zaman alaturka bir insan olmamıştı halbuki. Garip bir ruh hali içindeydi. Bunu kaçıncı kez düşünüyordu kim bilir … Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovaladı. Günü gece etti, geceyi sabah. Güneş’ i batırdı, Ay’ ı çıkardı. Ay’ ı uyuttu, Güneş’ in doğuşuna şahit oldu tekrar. Böyle geçirdi koskoca bir hafta sonunu. Pazar öğleden sonra, zamanın bu denli hızlı geçtiğini fark etmek dehşete düşürdü adamı. Yelkovan ve akrebin derin bir uykuya yattığı, zamanın akmayı unuttuğu bir yer olduğunu düşünmüştü buranın oysa. Ya da öyle olmasını istemişti çaresizce. Kendisi, çantası ve sessizliğinden başka bir şey getirmediği bu yerden hafif bir burukluk ve kırıklıkla ayrılırken düşünüyordu adam. Yapayalnız kalmamış olsaydı eğer kalan sayılı senelerini burada geçirmeyi isterdi muhtemelen. Bırakırdı öğretmenliği, bırakırdı mutsuz olmayı. Ama dönmeliydi bıraktığı yere. Bu yalnızlıkla çok geçmez buralarda da ölürdü o. Kaçtığı yerde evlatları saydığı öğrencileri vardı en azından. Yine de … Garip bir ruh hali, garip bir ikilem …
Gitmenin en kötü tarafı herhalde terk ettiğin yere geri dönmekti. Döneceğini bile bile gidiyordu insan. Hayatındakilerden, yaptıklarından, yaşadıklarından kaçıyordu; ama aynı hızla geri dönüyordu bütün kaçtıklarına. İki gün önce bırakmıştı bu şehri ardında. İki saat önceyse kucağını açmış onu beklerken bulmuştu İstanbul’ u. İskelede ilerledi. Kalabalığı yararak vapura bindi. Açık alana doğru yürüdü yavaşça. Denize ve rüzgara doyamamıştı daha. Rastgele bir yere oturdu. Gözlerini kapadı ve gerginliğini atmaya çalıştı üzerinden. Darmadağın bir haldeydi. Üzerindeki kıyafetlerden başka bir giyeceği yoktu gittiği yerde. Ceketinin ve pantolonunun ütüsü bozulmuş, beyaz gömleğinin kol ve yaka kısmı kirlenmişti. Zaten çok yeni olmayan takım elbisesi, bu haldeyken olduğundan daha eski görünüyordu. Yüzünde iki günlük bir sakal vardı. Yine de bunların hiçbirini önemsemiyordu. Gerginliğinin sebebi kaçtıklarına geri dönmüş olmasıydı. Eve varıp sıcak bir duş alsa belki daha rahat hissedecekti. Ansızın bir çift gözün bakışlarını üzerinde hissetti. Kravatını gevşetti, gözlerini üzerindeki bakışların sahibine sabitledi.
Kumral uzun saçlı, beyaz tenli genç bir kızdı karşısında oturan. Muhtemelen bu pejmürde adamın ne acılar yaşadığını düşünüyordu üzülerek. Başını yana eğdi, gülümseyerek genç kıza seslendi.“ Gel kızım, gel. Gel de biraz sohbet et bu ihtiyarla.” Yirmi dakikalık bir yol vardı
21