kopya fanzin kopya fanzin -3 | Page 22

20 şey de buydu. Dinleyip durduğu o tek ses, hissettiği yalnızlığın ve kendi sessizliğinin çığlıklarından ibaretti belki de.
Kahvesinden birkaç yudum daha aldı. Bakışları son bir umutla gökyüzüne sabitlendi. Uzun uzun bekledi. Sonu gelmeyecek bir bekleyişti bu. Tüm hayatı boyunca beklemişti. Bir karşılık, bir işaretti istediği. Belki yüzüne vuracak bir esinti, belki o an başlayacak bir yağmur … Ne yazık ki hiçbir zaman gelmesi gerektiği an gelmemişti o esintiler ve yağmurlar. Şu an istediği tek şey, ihtiyacı olduğunda gökyüzüne elini uzatıp yardım alabileceğine inanabilmekti. Ama bu elinden alınalı çok uzun zaman olmuştu. Asırlar geçmişçesine eski, daha dün olmuşçasına taze … Babasının ölümüyle elinden alınmıştı bu hak onun. Tanrı küçük bir çocuğa verdiği sözü bile tutamamıştı. Her zaman yanında olacağına inandığı, onun için Tanrı ile pazarlığa oturduğu babası ellerinden kayıp gitmişti. Daha küçük bir çocukken, çok sevdiği Tanrı onu yarı yolda bırakmış ve o günden sonra onunla asla konuşmamıştı. Elinden ne geliyorsa yapmıştı Tanrı ile konuşmak için babası öldükten sonra. Kendisini toprağa bile gömmüş, babası gibi ölmeyi denemişti. Hem onu tekrar görebilmek hem de Tanrı’ ya kendisine neden küstüğünü sormak için. Ama olmamıştı. Tanrı yanında istemiyordu belli ki onu. Bu yüzden her seferinde kurtuluyordu ölümden. Çektiği tüm acılar, katlanmak zorunda olduğu tüm bu sessizliklerin sebebi Tanrı’ nın yüzünü ondan çevirmesiydi.“ Tanrı ile konuşuyorum. Konuşuyorum; ama gökyüzü bomboş.” diye yazan o güzel kadın geldi aklına.
Kendini dışarı attı can havliyle. Daha fazla kalmak istemiyordu dört duvar arasında. Tıkılıp kaldığı beden onun için yeterince büyük bir hapishaneydi zaten. Derin bir nefes aldı açık havada. Günlerden Cumartesi idi. Hava biraz rüzgarlı; ama sıcaktı. Dün akşam gelmişti bu pansiyona. Kumsala doğru yürümeye başladı. Dalgaların sesini dinlemeyi seviyordu. Kıyıya oturdu. Denizi izledi biraz. Aniden gülmeye başladı adam. Bir akşam önce, öğrencilerine okuduğu bir kitaptan bahsederken içinde patlak veren kaçma isteğine engel olamamıştı. Cümlesini bitirmeden çantasını almış, paltosunu bile giymeden çıkıvermişti sınıftan. Garip bir ruh hali içindeydi. Gece, soğukta yol alırken neden paltosunu bırakıp bu evrak çantasını yanında getirdiğini düşünmüştü başı otobüsün camına yaslanmış bir şekilde. Sabah, pansiyonun yumuşacık, tertemiz yatağında gözlerini açtığında aklında hala evrak çantası vardı. Kalkıp kahvaltısını ettikten sonra odada biraz müzik dinlemiş, bir fincan kahve içmiş ve kendini dışarıda bulmuştu. Ayaklarını denize uzatmış bir şekilde, anın tadını çıkarırken hem de … Hayat burada daha güzeldi sanki. Zaman daha yavaş geçiyordu. Günler