İhtiyar Delikanlı
İhtiyar Delikanlı
Funda Balcı
“ H ep bir devedikeni olduğunu düşünürken aslında incecik bir papatya olduğunu fark ettin mi? Ya da kendini bir papatya sanırken, aslında bir devedikeni olduğunu hissettin mi? Bunu düşündüğün oldu mu hiç daha önce? Bundan çok daha önce? Hiç“ Bu ben değilim.” dediğin oldu mu kendi kendine? Dediğin, ama reddettiğin; fark ettiğin, ama inanmadığın oldu mu hiç?”
Başkalarının aşkları, başkalarının dertleri, başkalarının üzüntüleri ve hatta sevinçleri arasında kendini kaybettiğini kabul etmişti çok uzun bir reddedişin ardından. Sonu gelmeyeceğini düşündüğü o reddedişin, gerçekliğe yenildiğini fark ettiği zaman anlamıştı sonsuzluk diye bir şey olmayacağını. Belki çok yaşamışlığı yoktu, ama yaşanmışlıkları boldu. Yenilgisinin en kötü tarafı da buydu zaten. O kadar yıl boyunca aslında başka birinin hayatını yaşadığını anlamasıydı. Kendisinden başka, kendisinden uzak, kendisinden bağımsız... Aslında olmadığı ne varsa olduğuna inanmış, sevmediği ne varsa sevdiğini düşünmüş ve hatta istemediği her şeyi çok büyük şevklerle gerçekleştirmişti. Paramparça hissediyordu. İçi cam kırıklarıyla dolu ve her nefes alışında canına parça parça batıyormuş gibi acıyordu bir yerleri.
Odada oturuyordu adam. Etrafı Edith Piaf’ ın o hoş sesi sarmıştı.“ Hayır, hiçbir şeyden üzgün değilim. Ne bana yapılan iyilikten ne kötülükten. Hepsi aynı şey.” diyordu kaldırım serçesi. Masada duran kahve fincanına gitti eli. Birkaç yudum kahve içti. Baş ağrısı biraz diner gibi olmuştu. Derin bir nefes aldı, arkasına yaslandı. Başını pencereden tarafa çevirip dışarıyı izlemeye başladı. İzlemeye değer bir şey yoktu ama gökyüzüne bakmak kesin bir ihtiyaçtı sancılı yüreği için o an. Bir şeyler mırıldanmaya başladı bakışları gökyüzüne sabitlenmiş bir şekilde. Uzaktan bakan biri için, adamın kendi kendine konuştuğunu söylemesi mümkündü. Oysa o konuşmuyor, yakarıyordu. Başını mavi göğe kaldırıp yakarmak, bir şeyler anlatmak alışkanlık haline gelmişti onda. Aradan biraz zaman geçti. Anlattıklarına bir cevap bekledi, ama alabildiği tek karşılık insanı cehennemin en derin çukurlarına atacak kadar büyük bir sessizlik oldu. Sessizlikten nefret ederdi. Sessizlik onu çıldırtırdı. Bu sadece yakarışlarının ardından dinlediği sessizlik değildi. Kendi sessizliğinden de nefret ediyordu adam. İçinde hiç susmak bilmeyen bir şeyler vardı ama bu bitmek bilmez gürültüye rağmen sessizliğin derin boşluğunu en acılı şekillerde duyuyordu benliğinde. Belki onu çıldırtan
19