Bense sustum. Sonra bir yerde canıma tak etti,“ Para yok abi. N’ apalım yani, taş mı yiyelim?” dedim. Benim bu yersiz çıkışım onu üzmüştü. Bir de herhalde“ Ben buna anlatıyorum ama belli ki kafası almıyor.” gibi hissetmiş de olabilir. Nitekim sustu, minibüs yolculuğu boyunca titreyen camlardan dışarıyı seyrettik.
Çaresizlik tuhaf bir duyguydu. Tiyatrocu kızı, kendimi ve çaresiz bırakılan diğer insanları düşündüm. Aslında böyle düşünmemizi sağlıyorlardı. Koca bir memleketin sigortası atmıştı fakat biz elektriklerin gittiğini düşünüyorduk. Biri bu karanlıkta gidip sigortayı açmaya cesaret etse, bütün pislikleri yeniden görebilecektik.“ Çok boktan bir benzetme.” dedi Marx.“ Tamam ulan, senin buğulu gözlük benzetmen daha güzel.” dedim. Göbeğini tuta tuta güldü.
Eve geldik, Marx’ a bir Kemal Tahir verdim, ben de Haldun Taner aldım. Bir süre sessizce okuduk.“ Snowpiercer diye bir film var izlesek mi?” dedim. Sorumu cevapsız bıraktı.“ Sence biz devrim sorumluluğunu neden işçı sınıfına yükledik?” dedi.“ Nereden bileyim abi?” dedim.“ Anladım.” dedi. Bir süre aptal aptal birbirimize baktık. Sonra Marx bir sıçrayışta pencereye ulaştı ve gecenin karanlığında kayboldu.“ Acaba düşüp ölmüş olmasın, gidip baksam mı?” şeklinde bir düşünce geçmedi aklımdan. Daha çok“ İnsan bir Allahaısmarladık der, ayıp lan, valla ayıp.” benzeri düşüncelere gark oldum. Bir de laf sokup gitmesi de koydu. Yani, tam olarak laf sokmadı da, laf sokar gibi yaptı. Entelektüel adam tavrı işte, güdümlü laflar hazırladım kafası. Hayır, neyse derdin gel otur konuşalım, ne diye laf sokup kaçıyon ki.
Neyse işte, ben de filmi izledim. Bitiminde“ fikir güzel ama işleyememişler” diyerek tatmin oldum ve uyudum.
17
Selim Sevim