EES.7
çimleri ve onun içinde bireyin kendini
tarif edişidir. Özetle, bu örnek bizi öğrenilmiş şeylere razı olmak ya da onlara direnmek konusunda düşündürüyor.
Eğitim, duyguları
görme ve incelmedir.
Öğrencilerime “ekmeğin nasıl yendiği”
sorusunu yönelttiğimde, ekmeği nereden, nasıl ve ne bedel karşılığında
alabileceklerine yönelik cevaplar duyuyorum. Bunları sorgulamaya başladıklarında da, dünyayı kavramlar ve
sözcükler üzerinden öğrenmeye başlıyorlar. Ahlak ve kültür kavramları, dilin
açtığı yarıktan içimize akmaya ve oluşmaya başlıyor. Zaten içimizde öncelikle
kültürün ve toplumun sesleri oluşmaya
başlar. Bu noktada, eğitimin tam olarak ne olduğuna bakmak gerekir. Var
oluşumuzdan itibaren, pek çok ortamda eğitimin içindeyiz. Burada konuştuğumuz eğitim, daha resmi ortamlardaki
eğitimle ilgili, ama ben bu resmi tanımı
yapmayacağım. Eğitim, bir bireye erişebileceği kategorilerde incelik kazandırma sanatıdır. Örneğin, bir çocuk renkleri
ayırt edemediğinde, ona maviyle yeşilin
aynı olmadığını öğretiriz. Farkındalıktan
öte, fark ettiği şeye tepki verme duyarlılığını kazandırmalıyız. Bundan dolayı,
eğitimi tanımlarken akla gelenler, ihtimam, özen, yoğunlaşma, sakinleşme,
duygularını görme ve incelmedir. Edebiyatın tanımı da çok farklı değildir; edebiyatın edebinden bakarsanız, onda da
görgü, ahlak, incelik, ölçülülük ve yol
yordam öğrenme vardır. Bu bağlamda
edebiyat, insan eğitimi için bilinen en
etkili ve en verimli yollardan biridir.
Edebiyatı niye
sevemedik
?
Genelde edebiyatla ilişki, okuma meselesi üzerinden kurulur. Televizyon, internet ve bunun gibi gerekçelerle öğrencilerin okumaması ya da başka okumalara
yönelmesi tartışmalı bir konudur. Okuma edimine eylem olarak yaklaşmalıyız. Kendi okumalarımızı nasıl yaptığımıza, bedenimizin nasıl durduğuna dönüp
bakmamız gerekir. Beni edebiyat konusunda en ağır yaralayan ve canımı en
çok acıtan şey, öğrencilerimden duyduğum bir soru cümlesi oldu: “Hocam biz
edebiyatı niye sevemedik, niye okur olamadık ?” Edebiyat, hayatın o kadar dışında bir şeymiş gibi anlatıldı ki çocuklara...
Doğrusu, nasıl kitap okuduğumuz da,
kitap okurken bedenimizin hareketleri
de önemlidir. Örneğin, Türk edebiyatının
en önemli yazarlarından Hasan Ali Toptaş, bir söyleşide, hep yüzükoyun yatarak kitap okumasının ve yazmasının nedenini sorduklarında, “Çünkü, ortaokul
sonuna kadar evimizde hiç masa olmadı,” cevabını verir.
Edebiyat her
derde devadır.
Terry Eagleton’ın şu sözleri, yaşadığımız şoku, edebiyatın büyüsünü ve var
oluşumuzu güzel bir biçimde açıklar:
“Edebiyat, bizi sınırlı varlığımızın ve duyularımızın ötesine taşıyan bir ruhsal
protez gibidir; ona tutunmamızı ve bu
sayede sınırlarımızın ötesine erişmemizi sağlar.” Bu, insan olmanın doğasıyla
örtüşen bir durumdur. Bizler anlam ürete