Kaybolan Defterler / zine 8.Sayı: Masal | Page 8

Devrik Cüce ’ ydi . Ama onun öfkesi diğer dövüşçü cücelere değildi ; esir oldukları krala ve onun halkınaydı . Adı Devrik ’ ti . Cüce halkının kaybettiği savaşta cücelerin hükümdarı olan Kral Cüce ’ nin soyundan geliyordu .
Devrik Cüce , başıyla selamladı Bilge Cüce ’ yi . Başını kaldırmak istemiyordu . Öfkesinden akan gözyaşlarını düşmanlarının görmesini istemiyordu . Yumruklarını sıktı . Yapabilse hemen orada isyanı başlatıp halkını bu zulümden kurtaracaktı . Kendi canı için değil , diğerlerinin hemen telef olacağını bildiği için bunu asla yapamazdı . Bilge Cüce , onun bu halini anladı ve yanına giderek kulağına eğildi : ‘’ Kardeşim , lütfen yap bunu . Yapman gerekeni yap ve böylece beni de huzura kavuştur .’’ dedi ve ona sımsıkı sarıldı .
Kral , dövüşün bir an önce başlamasını emretti . Devrik Cüce , havaya birkaç kılıç darbesi indirerek ne kadar isteksiz dövüştüğünü belli edince izleyiciler homurdandı . Kral , onu motive etmenin yolunu biliyordu . Yanındaki askerlerden birinin kulağına bir şeyler söyledi . Asker verilen emri yerine getirmek için oradan ayrıldıktan çok kısa bir süre sonra elinde bir kafesle geri döndü . Kafesin içinde bir cüce kız çocuğu vardı . Etrafına korkuyla bakan masum küçük bir çocuktu . Asker , çocuğu kafesinden çıkardı ve boğazına büyük bir bıçak dayayarak soğuk ve acımasız bakışlarını Devrik Cüce ’ ye çevirdi . Kral ve yedi prens de sırıtarak bu motivasyon arttırma girişimini keyifle izliyorlardı . Dövüş meydanındaki iki cüce de artık bu gösterinin bir an önce sona ermesi için gözleriyle anlaştılar . Bilge Cüce , kılıç tutmasını bilmediği ve bunu asla beceremediği için elindeki kılıcı fırlattı ve ölümü kucaklamak için kollarını iki yana açtı . Devrik Cüce , kılıcını havaya kaldırdı , yaşlarla dolan gözleriyle son bir kez baktı halkının bilgesine ve son kez seslendi ona : ‘’ Özür dilerim kardeşim , özür dilerim .’’
Son anda fikir değiştirdi . Başını gövdesinden ayırmak üzere kaldırdığı kılıcını Bilge Cüce ’ nin tam kalbine sapladı . Cesedinin bir bütün olarak kalmasını istedi . Çünkü onun ölümünün bir anlamı vardı ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına dair yeminler etti oracıkta .
Kralın emriyle askerlerden biri elindeki boş testiyi doldurmak üzere Bilge Cüce ’ nin yanına koştu . Buna engel olmak için elindeki kılıçla ona saldırmak üzere hareketlenen Devrik Cüce ’ yi diğer askerler engelledi . Testi yarısına kadar kanla dolduktan sonra asker koşarak kralın ve yedi prensin kadehlerini doldurdu . Olan biteni dehşetli gözlerle izleyen Cadı , Pamuk Prenses ’ e doğru saldırıya geçmişti ki askerler hemen onu da engelledi . Lanetler savururken , kral ve ailesi onu kıkırdayarak izliyorlardı .
İçeriden telaşlı bir halde gelen hizmetçi , krala çocuğunun dünyaya gelmek üzere olduğunu haber verdi . Kral ve oğulları sevinçle karşıladı bu haberi ve hemen içeri kraliçenin doğumu gerçekleştirmekte olduğu odaya doğru koştular . Bilge Cüce ’ nin ölümü çoktan unutulmuştu . Oysa bu ölüm ve birazdan gerçekleşecek olan doğum , yeni bir çağın habercisiydi .
Kral ve oğulları odaya girdiklerinde kraliçeyi ter içinde , yorgun ve tedirgin bir halde buldular . Kral , içtiği kanın kırmızıya boyadığı dudaklarıyla kraliçeyi öptü ve eşinin bakışlarındaki tedirginliğin sebebini anlamaya çalıştı . Gözleri yeni doğan bebeğini aradı ama bulamadı . Kraliçe , korkuyla odanın köşesinde sırtları kendilerine dönük olan hizmetçi kadınları işaret etti . Kral , hizmetçileri eliyle itip bebeğini gördüğünde yüzüne yayılan mutlulukla eşine baktı ve onun yersiz tedirginliğinden ötürü güldü . Bu sefer bir kızı olmasını istiyordu ama oğlu olmuştu yine . Bu önemsizdi . Eşinin bundan ötürü korkması gereksizdi . Bebeği kucağına alıp kraliçenin yanına geldi . Sevinç içinde sanki ilk kez baba oluyormuşçasına keyifliydi . Kraliçeye , bebeğini göstererek kendisine bir evlat daha verdiği için şükranda bulundu . Kraliçe , tedirginliğini bozmadı . Aksine daha da artmıştı tedirginliği . Çünkü kral mutluydu . Çünkü kral anlamamıştı . Kendisi de anlamamıştı sadece hissetmişti . Yardımcıları Cadı , kendisine Bilge Cüce ’ yi doğurduktan sonra onu ilk kez kucağına alıp ona baktığında nasıl hissettiğinden bahsetmese belki o da bu hissin ne demek olduğunu bilemeyecekti . Ama artık biliyordu . Çünkü anneler bilirdi . Çünkü anneler hissederdi .
Aylar hızlıca geçti . Kraliçe , korkuyla ve diğer evlatlarına hissettiği merhametten çok daha fazlasını sunduğu sekizinci oğlunun üçüncü yaş günü yaklaşırken fırsat buldukça onu eşinden ve kardeşlerinden uzak tutuyordu . Kral , bir terslik olduğunu anlamaya başlamıştı ama ülkedeki bazı sorunlardan dolayı bu konunun üstüne gitmiyor , gecelerini Pamuk Prenses ile geçiriyordu . Kraliçe , kadınlık gururunu çoktan bir kenara atmış , cüce doğan evladını eşinden ve ağabeylerinden korumak için bir yol arıyordu .
Ülkedeki bazı sorunlar kral için o kadar önemli gözükmese de bunlar ciddi problemlerdi . Başkente uzak kasabalarda bastırılması günler alan cüce isyanları orduyu ve prensleri yıpratıyordu . İsyanların fitilini bizzat kendisi ateşleyen kral , prenslere kendisini isyan saçmalıklarıyla meşgul etmemeleri yönünde uyarılarda bulunuyordu . Kralın , saçmalık olarak gördüğü isyanlar meyvesini vermiş ve cüceler bir kasabayı tamamen kontrolleri altına almış ve orada kendi özgür dünyalarını kurmaya çalışıyorlardı . Kasabanın tam ortasında görkemli kara bir şato vardı . İsyanların ilk başladığı günden bu yana cücelerin etrafında toplandığı ve gücünü bu şatodan aldıkları henüz kralın ve prenslerin kulağına gitmemişti . Bu şatonun içinde öfkeli , incitilmiş bir kadın yaşıyordu : Cadı .
Matemle geçen ayların ardından bir gece , acısını dindirecek özel bir ikramda bulunmak üzere daha önce hiç tanımadığı iki varlık kapısını çaldı . Kendilerini Harut ve Marut olarak tanıtan ve daha önce gördüğü bütün insanlardan çok daha güzel olan misafirlerini hüzün yuvasında ağırladı . Yedi günün sonunda misafirleri gitmek üzere Cadı ’ yla vedalaşırken ona uyarıda bulundular :’’ Unutma , sana verdiğimiz ikramı sadece acını dindirmen ve iyilikte bulunman için verdik . Sakın onu kötülük için kullanma .’’
Cadı , kendisine yapılan uyarıyı asla unutmadı . Ama o ikramı kullanacağı günü planlamaya başlamıştı . İkram edilen hediye tam da oğlunun seveceği türden bir şeydi . Bir bilgiydi . Sihir bilgisi . Öğrendiği sihirler onu günden güne güçlendirmişti . Artık o eski matem havasından eser yoktu . İyi hissediyordu . Sihirleri , oğlundan kendisine kalan bir emanet olarak gördüğü zulüm içindeki cücelere yardım etmek için kullanıyordu . Kendince kurala uyduğunu ve bu ikramı iyilikte bulunmak için kullandığına inanıyordu .
2