Devrik Cüce’ ydi. Ama onun öfkesi diğer dövüşçü cücelere değildi; esir oldukları krala ve onun halkınaydı. Adı Devrik’ ti. Cüce halkının kaybettiği savaşta cücelerin hükümdarı olan Kral Cüce’ nin soyundan geliyordu.
Devrik Cüce, başıyla selamladı Bilge Cüce’ yi. Başını kaldırmak istemiyordu. Öfkesinden akan gözyaşlarını düşmanlarının görmesini istemiyordu. Yumruklarını sıktı. Yapabilse hemen orada isyanı başlatıp halkını bu zulümden kurtaracaktı. Kendi canı için değil, diğerlerinin hemen telef olacağını bildiği için bunu asla yapamazdı. Bilge Cüce, onun bu halini anladı ve yanına giderek kulağına eğildi:‘’ Kardeşim, lütfen yap bunu. Yapman gerekeni yap ve böylece beni de huzura kavuştur.’’ dedi ve ona sımsıkı sarıldı.
Kral, dövüşün bir an önce başlamasını emretti. Devrik Cüce, havaya birkaç kılıç darbesi indirerek ne kadar isteksiz dövüştüğünü belli edince izleyiciler homurdandı. Kral, onu motive etmenin yolunu biliyordu. Yanındaki askerlerden birinin kulağına bir şeyler söyledi. Asker verilen emri yerine getirmek için oradan ayrıldıktan çok kısa bir süre sonra elinde bir kafesle geri döndü. Kafesin içinde bir cüce kız çocuğu vardı. Etrafına korkuyla bakan masum küçük bir çocuktu. Asker, çocuğu kafesinden çıkardı ve boğazına büyük bir bıçak dayayarak soğuk ve acımasız bakışlarını Devrik Cüce’ ye çevirdi. Kral ve yedi prens de sırıtarak bu motivasyon arttırma girişimini keyifle izliyorlardı. Dövüş meydanındaki iki cüce de artık bu gösterinin bir an önce sona ermesi için gözleriyle anlaştılar. Bilge Cüce, kılıç tutmasını bilmediği ve bunu asla beceremediği için elindeki kılıcı fırlattı ve ölümü kucaklamak için kollarını iki yana açtı. Devrik Cüce, kılıcını havaya kaldırdı, yaşlarla dolan gözleriyle son bir kez baktı halkının bilgesine ve son kez seslendi ona:‘’ Özür dilerim kardeşim, özür dilerim.’’
Son anda fikir değiştirdi. Başını gövdesinden ayırmak üzere kaldırdığı kılıcını Bilge Cüce’ nin tam kalbine sapladı. Cesedinin bir bütün olarak kalmasını istedi. Çünkü onun ölümünün bir anlamı vardı ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına dair yeminler etti oracıkta.
Kralın emriyle askerlerden biri elindeki boş testiyi doldurmak üzere Bilge Cüce’ nin yanına koştu. Buna engel olmak için elindeki kılıçla ona saldırmak üzere hareketlenen Devrik Cüce’ yi diğer askerler engelledi. Testi yarısına kadar kanla dolduktan sonra asker koşarak kralın ve yedi prensin kadehlerini doldurdu. Olan biteni dehşetli gözlerle izleyen Cadı, Pamuk Prenses’ e doğru saldırıya geçmişti ki askerler hemen onu da engelledi. Lanetler savururken, kral ve ailesi onu kıkırdayarak izliyorlardı.
İçeriden telaşlı bir halde gelen hizmetçi, krala çocuğunun dünyaya gelmek üzere olduğunu haber verdi. Kral ve oğulları sevinçle karşıladı bu haberi ve hemen içeri kraliçenin doğumu gerçekleştirmekte olduğu odaya doğru koştular. Bilge Cüce’ nin ölümü çoktan unutulmuştu. Oysa bu ölüm ve birazdan gerçekleşecek olan doğum, yeni bir çağın habercisiydi.
Kral ve oğulları odaya girdiklerinde kraliçeyi ter içinde, yorgun ve tedirgin bir halde buldular. Kral, içtiği kanın kırmızıya boyadığı dudaklarıyla kraliçeyi öptü ve eşinin bakışlarındaki tedirginliğin sebebini anlamaya çalıştı. Gözleri yeni doğan bebeğini aradı ama bulamadı. Kraliçe, korkuyla odanın köşesinde sırtları kendilerine dönük olan hizmetçi kadınları işaret etti. Kral, hizmetçileri eliyle itip bebeğini gördüğünde yüzüne yayılan mutlulukla eşine baktı ve onun yersiz tedirginliğinden ötürü güldü. Bu sefer bir kızı olmasını istiyordu ama oğlu olmuştu yine. Bu önemsizdi. Eşinin bundan ötürü korkması gereksizdi. Bebeği kucağına alıp kraliçenin yanına geldi. Sevinç içinde sanki ilk kez baba oluyormuşçasına keyifliydi. Kraliçeye, bebeğini göstererek kendisine bir evlat daha verdiği için şükranda bulundu. Kraliçe, tedirginliğini bozmadı. Aksine daha da artmıştı tedirginliği. Çünkü kral mutluydu. Çünkü kral anlamamıştı. Kendisi de anlamamıştı sadece hissetmişti. Yardımcıları Cadı, kendisine Bilge Cüce’ yi doğurduktan sonra onu ilk kez kucağına alıp ona baktığında nasıl hissettiğinden bahsetmese belki o da bu hissin ne demek olduğunu bilemeyecekti. Ama artık biliyordu. Çünkü anneler bilirdi. Çünkü anneler hissederdi.
Aylar hızlıca geçti. Kraliçe, korkuyla ve diğer evlatlarına hissettiği merhametten çok daha fazlasını sunduğu sekizinci oğlunun üçüncü yaş günü yaklaşırken fırsat buldukça onu eşinden ve kardeşlerinden uzak tutuyordu. Kral, bir terslik olduğunu anlamaya başlamıştı ama ülkedeki bazı sorunlardan dolayı bu konunun üstüne gitmiyor, gecelerini Pamuk Prenses ile geçiriyordu. Kraliçe, kadınlık gururunu çoktan bir kenara atmış, cüce doğan evladını eşinden ve ağabeylerinden korumak için bir yol arıyordu.
Ülkedeki bazı sorunlar kral için o kadar önemli gözükmese de bunlar ciddi problemlerdi. Başkente uzak kasabalarda bastırılması günler alan cüce isyanları orduyu ve prensleri yıpratıyordu. İsyanların fitilini bizzat kendisi ateşleyen kral, prenslere kendisini isyan saçmalıklarıyla meşgul etmemeleri yönünde uyarılarda bulunuyordu. Kralın, saçmalık olarak gördüğü isyanlar meyvesini vermiş ve cüceler bir kasabayı tamamen kontrolleri altına almış ve orada kendi özgür dünyalarını kurmaya çalışıyorlardı. Kasabanın tam ortasında görkemli kara bir şato vardı. İsyanların ilk başladığı günden bu yana cücelerin etrafında toplandığı ve gücünü bu şatodan aldıkları henüz kralın ve prenslerin kulağına gitmemişti. Bu şatonun içinde öfkeli, incitilmiş bir kadın yaşıyordu: Cadı.
Matemle geçen ayların ardından bir gece, acısını dindirecek özel bir ikramda bulunmak üzere daha önce hiç tanımadığı iki varlık kapısını çaldı. Kendilerini Harut ve Marut olarak tanıtan ve daha önce gördüğü bütün insanlardan çok daha güzel olan misafirlerini hüzün yuvasında ağırladı. Yedi günün sonunda misafirleri gitmek üzere Cadı’ yla vedalaşırken ona uyarıda bulundular:’’ Unutma, sana verdiğimiz ikramı sadece acını dindirmen ve iyilikte bulunman için verdik. Sakın onu kötülük için kullanma.’’
Cadı, kendisine yapılan uyarıyı asla unutmadı. Ama o ikramı kullanacağı günü planlamaya başlamıştı. İkram edilen hediye tam da oğlunun seveceği türden bir şeydi. Bir bilgiydi. Sihir bilgisi. Öğrendiği sihirler onu günden güne güçlendirmişti. Artık o eski matem havasından eser yoktu. İyi hissediyordu. Sihirleri, oğlundan kendisine kalan bir emanet olarak gördüğü zulüm içindeki cücelere yardım etmek için kullanıyordu. Kendince kurala uyduğunu ve bu ikramı iyilikte bulunmak için kullandığına inanıyordu.
2