Uslu Hâller
Mekaniği
_
EMRE YILDIRIM
KWANG HO SHIN
“Dostum,” diye başladım samimi bir izlenim yaratmak için.
“Rica ederim yardımseverliğinizin asıl sebebini benimle pay-
laşınız. Çünkü çevrenizdekilerin iyi olması adına gösterdiği-
niz bu itinalı çabayı garip karşılıyorum. Kimsenin sizden bir
şikayeti yok, hatta yardımınıza mazhar olmayanlar bile hak-
kınızda olumlu şeyler söylüyorlar. Bu nasıl olabilir, şüpheden
aklımı yitireceğim. Siz böylesi iyi ve doğru işler yaparken, ben
oturmuş hal ve hareketlerinizi tartmaya çalışıyorum. Kendi-
nizi insanlar için paralayıp kimsenin farkında olmadığı ek-
siklikleri düzelten inceliğinize bir yandan şapka çıkartıyor,
diğer yandan gerçek bir açıkgöz olduğunuz kuşkusuyla ken-
dimi sizden korumak için planlar yapıyorum. Anlayacağınız
bu çıkarsız iyiliğiniz ve tereddütsüz, dalaveresiz açıklığınız
karşısında dengem gittikçe bozuluyor. Belki, diyorum şömi-
nenin karşısında bacak bacak üstüne atmış, sakalını okşaya-
rak düşüncelere dalan zengin bir efendi edasıyla, belki onun
gibi gerçek iyiler de mevcuttur yaşam içerisinde.”
Bir yanım “Artık kimse böyle şeyler yazmıyor!” diyordu. Ka-
ğıdı buruşturup attım. Sonra attığım yerden alıp avuç içimle
kırışıklarını gidermeye çalıştım. Uçlarına ağırlıklar koydum.
Gerilmesini sağlayarak tekrar tekrar geçtim üzerinden; elim,
parmaklarım ve dirseğimle. Bana mısın demedi. Temize de
çekebilirdim aslında. Ama öyle yapınca beğenmeyip düzelt-
meye kalkar, düzelttikçe duygularım başkalaşır ve işin şekli
değişirdi. Kendime verdiğim güzel bir dersti bu; yok etmek-
te aceleci, yapıcılıkta ahesteydim. Sonrası malum, müthiş
bir pişmanlık ve karamsarlık çöktü üzerime. Belki saatlerce
baktım durdum kağıda. Neden yazmıştım, neden buruşturup
atmış, neden tekrar düzeltmeye çalışmış ve şimdi şefkatli
gözlerle neden seviyordum yazdıklarımı? Başladığımda her
şey yolundaydı, hitabımı beğenmiştim. Tam zarfa koyup pul-
layacakken satırlara karşı bir ilgisizlik belirmiş, bu ilgisizlik
hızla kaygıya dönüşmüş ve hem derdimi hem derdimi anlatış
şeklimi küçümsemeye başlamıştım. Saman sarısı kağıdı da
aynı gerekçeyle zarftan çıkartmış, fırlatıp atmıştım. Ancak
bu da çok sürmemişti. Hışmım yerini tavize bırakmış, kağıtla
aramda bir göz dalaşı başlamıştı. Bir süre kavgalı çiftler gibi
kıpırdamadan beklemiştik. Oda olabildiğince sessiz ve loştu.
Göz ucuyla görüyordum onu ve onun da beni gördüğünden
emindim. İlk konuşan ben olamazdım. Fakat içinde bulundu-
ğum durumun da farkındaydım elbette.
32