KAPALI KAPILAR ARDINDAN Atılım kongresi 3 | 页面 4

4 TKP Atılım Kongresi Bülteni ‘Ayrışma’ noktaları ve kişilik beyanları... Facebook bu, yine yapacağını yaptı, ekranda durduğu gibi durmadı. muş, küfür kapsamına alınmıştı işte. Veri, bu algı düzeyiydi. Metin Çulhaoğlu’nun, uzun zamandır açık bir Facebook hesabı vardı. Ama kullanıldığına pek tanık olunmazdı. Öyle ki, daha iki ay bile geçmemiş üstünden, bir arkadaşımızın “mola verme anı”nda çekilmiş fotoğrafının altına, “lirik şiir akımı”na ilişkin esprili bir yorum yaptığında, şaşırılmıştı. Bir şakalaşmayla, üstelik lirik şiir temasıyla Facebook’a müdahil olması, “manidarlık” gırgırıyla ve memnuniyetle karşılanmıştı. Kişisel bir çıkış, bir öfke ya da esrime ânı “basitliği”nden öte bir durumdu bu. En azından klavyeden kaçmış bir şey değildi, “resmen ve alenen” saptamasını yapacak kadar kalmış bir bilinç mevcuttu. Yaşadığımız “süreç”te, biraz daha sık kullanır, soL Portal’daki yazılarını paylaşır, “bir siyasal hattın” sinyalinin çok önceden verildiği havasını yaratır oldu. Normaldir. Yazmış mıdır? Yazmıştır. Dönemin ve bağlamın ne önemi vardır... Hakkıdır, paylaşır, paylaşılır. Ancak, bir gece yarısı sonrası, yine, o ilk yorum yazarak “bu âlem”e katıldığı arkadaşının bir video paylaşımının altına, bu kez o şakalaşmacılıktan ve sevecenlikten eser taşımayan bir yorum daha yazdı. “Süreç” işliyordu ne de olsa, hem de hızla, “sertleşiliyor, ayrımlar belirginleştiriliyor, herkes kendisini ortaya koyuyor”du. Öyle oldu. Bir eylem videosu paylaşılmış ve “biz” ibaresi kullanılmıştı. Artık “biz”, biz anlamı taşımıyordu, çünkü paylaşan “biz”den değildi. Her şey hızla değişir, gelişirdi. Diyalektik pazardan alınmamıştı ki! O görüntülerde yer alan birine “kariyerist” diyenler vardı Metin Çulhaoğlu’nun algısında ve onlar, o. çocuğuydu! Vurguyu da ihmal etmemişti: Resmen ve alenen o. çocuğuydu... Dedik ya, süreç işliyor, herkes kendisini ortaya koyuyor, ayrım noktasının altını çiziyordu. Küfür dediğiniz, istisnası pek azdır, cinsiyetçilik barındırır, ailelerin kadın fertlerine yöneltilir, erkek temellidir ve bu gibi durumlarda, düzenin arazı olan, bir geçim yoluna zorlanmış kadınları aşağılayıcıdır. Söz konusu küfür, bunların bileşimiydi, haliyle gerçekten kapsayıcı olmuş, iddiaya yakışmıştı. Unsurlarına ayrıştırsanız, bize göre, ne “o.”luk ne de “çocukluğu” en küçük bir aşağılama olarak algılanamayacak, hakaret olarak kullanılamayacak bir durumdu, ama literatür bir başka dünyada oluşturul- Dahası, yoldaşlığa, kendisine duyulan saygıya binaen, mesajlar, mektuplar iletilmiş miydi o an, kendisi bunlara yanıt vermiş miydi, vermişse ne demişti, üzerinde durmayalım. Neyse, önce kımıldanmıştı, sonra teorisi yapılacaktı elbet, bu da gecikmedi. Tamam, terbiye sınırı aşılmıştı da, yoldaşlık hukuku çiğnenmişti de, şu da vardı, böyle anonim küfürler geleneğimize yerleşmişti, kimileyin ağız alışkanlığı olmuştu, burada sadece öfke dozu belirtiliyordu ve hiçbir kelime, reel anlamında değildi, haliyle işin içine kadın aşağılaması, erkekegemen söylem filan niye katılıyordu ya, ne alakası vardı! Halbuki, “kariyerist” öyle miydi! Buna şaşkın bakılırken, daha da kötüsü oldu, denildi ki, “ağzına sağlık Metin Ağabey”! Bir küfür edilmişti, kınanmıştı, özür talep edilmişti, belki üstüne kül serpilirdi, ama en korkutucu olan şuydu ki, bir de savunulmuştu... İşte, bizi bu tarz ve gözü kapalı onaylayacak bir “kütle”nin ve psikolojinin oluşumu ilgilendiriyordu daha çok. Çünkü, “bir taraf”ın liderlik kadrosunda olduğunu, siyaset inşa edeceğini, teorisyenliğine soyunacağını beyan değilse de açık eden bir şahıs, halen yoldaşı konumunda olan kişilere, galiz ve lümpen bir küfür savurma kontrolsüzlüğünü gösterirse, daha vahimi, öncülük edileceği varsayılanlar buna cevaz verir, desteklerse, orada bir siyasal sorun vardı. Küfür sadece araçtı. Muhtemel ki, bu küfürü savunanlardan da, önce “abi, ayıp” diyenler olmuştu. İşte bu daha da acıydı. Ne yapıldığını bil, sen de kına, üzül, ama “dışarı”ya karşı açık verme, katılmasan da savun. Karşıtlaşmanın fanatik taraftar halinde korkunç dışavurumu. Aklı bastıran öfke şartlandırmasıyla belirlenen saflaşma. Bu çok daha ağırdı... Sonra, özür diledi Metin Çulhaoğlu. Savunma durumunda ısrar, mazeret arayışı, özür dilenen mesajda da sürüyordu lakin. “Özür dilerim, ama...” Şarta bağlıydı. “Onlar” da şunu şunu söylemekteydiler, n‘aapsındı yani? Küfür etsindi, madem terminoloji yetersiz kalmıştı, siniri de zıplamıştı! “Hakkımdaki iddialar” dedi özür dilediği küfürü savunmasında. Yani, kanıtlanabilirliği ya da yanlışlanabilirliği mümkün bir şeyden bahsetti. Kimlerin o idd iaları nerede dillendirdiğini muğlak bırakarak, tribüne oynayarak, sırtını sıvazladıklarından bir haklılık payesi bekleyerek. O paye verilmişti halbuki. O. çocuğu demekle, “kariyerist” demek arasında bir ağırlık ölçülecekse, siyaseten ikincisi daha ağırdı! Bilinç faktörü devredeydi! Böyle bakılmasını öğütlemişlerdi besbelli. O ikincinin, aslolarak karakter özelliğine, özel olarak da siyasallaşmış kişisel konuma ilişkin bir niteleme olduğunu, pratikte doğrulanıp yanlışlanabileceğini bilin, ama hiç umursamayın denilmişti belki de. “Racon” böyle kesilmişti. “Bize böyle nitelemede bulunanın var yaa, biz taa...” Atak, cüretkâr, âsi ve halktan yana bir saf, gerçekten böyle mi tanımlanıyordu? Dediler ki, küfür işçi sınıfının ağzında çiçektir... Bir siyasal önderliğe soyunan aydının ağzında da mı? Vehmettiği bir siyasal gönderme karşısında da mı? Dışa açık bir alanda, yoldaşa yönelmişken de mi? Bir sofra meclisinde, dostlar arasında bile geçse, o meclisin ve dostların niteliğine göre kınanabilecek bir lümpen ağızın, çirkin küfürün, şiirlerle savunulur olması, bizi siyasal işaret olduğu noktada ilgilendiriyordu an itibariyle. Diğeri, yani genel olarak küfürü kınamak, halka uzaklık, elitizm, rafinecilik, altkültüre tepeden bakmak, entel nazeninlik gibi algılanabilir diye, bunu belirtmeliyiz. Küfürü edenden ve küfür edilmesinden çok, buna türlü gerekçeler uydurarak, mazeretler arayarak, ya da açıktan savunan genç arkadaşlara bir uyarı olmasıyla ilgiliyiz açıkçası. Kalan kısım, herkesin kendisini ortaya koyduğu “süreç”ten yansıyan kişilikti, o kadar... *** Bu yazı tamamlandıktan sonra, “Yoldaşa Mektup” adını kullanan bir bültende, kolektif imzalı bir özür daha yayınlandığını gördük. Okumanızı öneriyor, burada bırakıyoruz.