KAPALI KAPILAR ARDINDAN Atılım kongresi 3 | Page 5

5 TKP Atılım Kongresi Bülteni Uğur’u anarken: Hadde ve radde Yoldaşım, mek isterdim. Bir de gaz maskeli halini... Ellili yaşlarımıza girerken, sonunda partimizde “ihtiyarlar” sınıfında adımız anılmaya başlandı. Halbuki, otuz yıl önce bıyık ve sakal bırakıp, bakışlarımıza vakur bir ifade yerleştirip “seni anlıyorum” tonlamasıyla konuşmaya başlamıştık. Yirmili yaşlarımızın sonuna doğru işçi çalışmalarına, mahallelere “sorumlu” olarak giderken “ağır abi” hallerimizi hatırlar mısın? Kimse inanmazdı otuz bile olmadığımıza. İhtiyardık be Uğur’cuğum. Genç olmaya vaktimiz olmamıştı. Heveslerimizi ikinci bahara bırakmıştık. Lafı dağıttım yine. Kaç kez diyordum... Beraber TKP/ileri saflarından politik ve siyasi tartışmalar yaparak ayrıldığımızda, sevgililerimizin bile haberi olmamıştı, altımızdaki birimler bile çok sonra öğrenmişti. İTÜ Makine Fakültesi Birimi en çalışkan, en hızlı büyüyen ve aidatlarını tam ve zamanında ödeyen önemli bir birimdi sayende. İki yılda zımba gibi elli kadar örgütlü militandık. En önemlisi okul yönetiminin, hocaların ve öğrencilerin, hatta farklı siyasetlerin gözünde saygındık. Saygın ve başarılı olmak herkese iyi gelir, ama bu kadar küçük topluluklarda önde olmak, bazı yanılsamaların da önünü açar. Tam gençleşmeye karar vermişken, bu sefer de tevellütten dolayı ihtiyar kaldık. Bu kez “ihtiyarlık” yaştan bağımsız bir tanımlama bizim için, aslında ihtiyar derken eski denmek isteniyor, demode yani. Daha da ileri götürülerek “kaya gibi adamlar” bile denebilir. Hani sağlam ama hareket edemeyengillerden, yıllarca önce Gelenek’te yazıldığı gibi. Düşünsene, kıçının üzerine yarım saatten fazla oturamayan sen, artık ihtiyarsın. Sonunda... Hakkımız verildi ve ihtiyar olduğumuz kabul edildi. “Hadi oğlum” dediğimde “aksiyona gerek yok, baba” diye beni sakinliğe davet eden oğlum Ege’ye bu haberi vermeliyim. İhtiyarız. Hatta ihtiyatlıyız. Otuz yıl önce yaprak kımıldamazken aldığımız risklere uzağız şimdi. Şimdi ağırbaşlı olma zamanı. Örneğin günlük gazete çıkarmak gibi maceralar bize göre değil... Otuz kişiyle parti kurma cüreti gösteren o gençler nerede şimdi? İhtiyarladık anlayacağın, “kurucu irade” olarak müzeliğiz artık. Açıkçası, senin de hak vereceğin gibi, gittikçe gericileşen toplumsal yapı hepimizi zorluyor. Nefes alacağımız, tazeleneceğimiz bir partimiz var, o da nasibini alıyor toplumsal hoyratlıktan. Ya da kirlenmeden diyeyim, hepimiz gibi. Hani bana kaba adamsın derdin ya, ben bile “ince” kalıyorum şimdilerde, yaşlılıktan sanırım. Sevgili dostum, bir partiyi kaç kez kurup kaç kez örgütlemeliyiz? Ya da kaç parti ya da örgüt kurmalıyız ihtiyarlamak için? Kaç parti eder bir ömür? Çocukluğunu bildiğim bir genç dostum, bana “yine siz iyisiniz, ‘80 öncesinde birkaç şey yaşamışsınız, biz ne yapalım?” demişti. Haziran Direnişi yaşandı da hepimiz tazelendik allahtan. Tam senlik bir direnişti Uğur’cuğum, senin çektiğin kareleri gör- Her neyse seninle bir yol haritası çıkardık, ilişkilerimizi devrettik, teorik açlığımızı gidermek için arayışa başladık ve Gelenek Hareketi ile yolumuz kesişti. Niye girdim bu viraja diye merak eder bir halin var yoldaşım. Kurma iradesi ve kararlılığı önemlidir, ama çoğaltma ve süreklilik de bir o kadar kritiktir. Şimdilerde eski bir ezberi tekrar duymaya başladım. “Sokaklar, barikatlar ve kirlenmek hayata karışmaktır” minvalinde bir şey. Biraz şiirleştirdim ki hayalci olmadığım sanılmasın. Sosyalist devrim dediğimizde “sokaklar”, sınıfa karşı sınıf dediğimizde “barikatlar”, siyaset dediğimizde “kirlenmek lazım”, teori dediğimizde “hayatın yeşilliği” çıkardı karşımıza hatırlarsan yoldaşım. Sıkıntı vericiydi, “yahu arkadaşım ben de is tiyorum da aklı kurmadan nasıl yaşayacağız bu hayatın yeşilliğini” diyor, anlatamıyorduk. Kirlenme konusu ise tam evlere şenlik. Kurduğumuz cepheler, işbirlikleri, girilmemiş tabu konular, yerel açılımlar, her konuda kirlenmek için gayet cesur davrandık. Bak bu dediğime inanmazsın, müzisyen olan ortak bir dostumuz bana artık kemalist ve ulusalcı olduğumu söyledi, ağzım açık kaldı. Anlayacağın eskiden sekter, fildişi kulelerde teori yapan genç seçkinlerken, şimdilerde reel politikanın kirine bulanmıştık. Sevgili kardeşim, İyi adamdın. Ahlaklıydın. Her komünistin olması gerektiği gibi...Küfretmezdin, ağzına yakışmazdı. İçki, sohbetin keyfiydi, kendimizi kaybedeceğimiz bir cesaret iksiri değil. Yaşanacak bir ömrümüz vardı, mutlu olmaya çalışırdık, hayatı anlamaya çalışırdık. Gittiğinde derin bir boşluk bıraktın içimde, gözyaşıyla on bir yıldır dolduramadığım. On bir yıldır yazıyorum sana her 2 Tem- muz’da, genç yoldaşlarımıza anlatmak için yoldaşlığımızı. Birbirini çoğaltmaktır yoldaşlık, azaltmak değil demek için. Ben diye başlayan her cümlenin bir yük olduğunu, biz diye başlayan her cümlenin de aslında “ben” demeden bitmesinin önemli olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Haddim olmadan. Had demişken, yaptığımız bir tartışmayı hatırladım. Mühendislik okuduğumuz için hadde üzerine konuşuyorduk, “parti haddehanedir” demişti birimiz, kendini bilen orada inceltir hayatını. Sonra eklemişti bir başkası “radde de önemlidir... hangi raddeye kadar olacağı kritiktir, incelip kopmak da var...” Sonunda olayı, hayatı nasıl yaşadığımıza bağlamıştık. Senin, sert ve zarif adamlığın ile benim sekter ve kaba tavrımın yoldaşlığına şaşıranlar olurdu. Aynı haddehanelerden geçmiştik ama farklıydık. İnceldiğimiz yer birbirimize olan güvendi. Yıllarca sorumlum olarak çalıştın ama bir gün idarecilik yapmadın, örgütsel çalışmamız biçim değiştirdiğinde hiç gocunmadan bana bağlı çalışmayı önerdin. Tıpkı zamanı geldiğinde genç yoldaşlarımıza yerlerimizi bırakma kararımız gibi. Emek verdiğimiz her kollektif çalışmaya sorumlu hissettik kendimizi, tiyatro grubumuz dahil olmak üzere. “Benden sonra tufan” uzak oldu bize. Günlük gazeteyi durdurduk ağır mali yük nedeni ile haftalık dergi ile devam edilecek diye beklerken o da “kim yazacak” tartışması yüzünden ertelendi. Şaşırma. Biz de eksik olan şey böylece kendini gösterdi ve tam olduk şimdi. “Özgürlük”... Hayatın yeşilliği gibi özgürlüğün hafifliğini de istiyorum. Ne yükmüş yahu bu senin habire gelip, şu lazım bu lazım diye dayatmaların. Sevgili kardeşim, Bu raddedeyim işte. Allahtan görmedin diye sevineyim mi bugünleri, bırakıp gitmene kızayım mı bilemiyorum. Karışık bir durum. Ben gidip şu haddehane ayarlarına bir bakacağım, yıllar içinde kalibrasyon sorunu baş göstermiş olabilir. En fazla böyle zamanlarda özlemin yerleşiyor içime. Sevgiyle, Tunç Tatoğlu