2
ğerleriyle, siyasi hat ve üslubuyla taban
tabana zıt bir kesimin saldırısı altındadır.
Bu saldırı, komployla, manipülatif tezlerle, yalanla, dezenformasyonla yürütülmektedir.
Bir grup MK üyesinin istifa ettiği haberi,
parti üyelerinin kendilerini çaresiz hissetmelerini ve boyun eğmelerini sağlamak için uydurulmuş bir yalandan
ibarettir. Bu konuda gereken açıklamayı
dün gece partinin resmi adresi üzerinden email adresleri kayıtlı üyelerimize
ulaştırdık. Bu yolu seçmemizin nedeni
kimi parti kademelerinin söz konusu
gayrımeşru faaliyete aktif olarak katılmalarıdır.
Sorun politik ve örgütseldir. Nasıl bir
değer verdiğimizi parti yayınlarında,
Eylül tezlerinde, Gelenek dergimizde
ayrıntılarıyla irdelediğimiz Haziran direnişi manipülatif bir biçimde tartışmanın
merkezine oturtulmaktadır. Buna göre,
Türkiye’nin içine girdiği yeni dönemde
partinin devrimcileşmesi gereği ortaya
atılmakta, “yeterince devrimci olmadığımız” iddia edilmekte ve bu demagoji
partimizin geleneklerine, temel perspektifine ve kolektif liderlik anlayışına
karşı tasfiye harekatının gerekçesi
olarak sunulmaktadır. Türkiye Komünist Partisi’nin yapabileceği tartışma,
partimizin topluma daha etkili biçimde
müdahale etmek yönünde kendisini
nasıl geliştirmesi gerektiğinden ibarettir. Partinin ülke siyasetinde biricik olan
sosyalist devrimci konumlanışını sorgulamaktan sadece tasfiyecilik çıkar.
Bizim bu sistemsiz ve düzeysiz tezlere,
bunun parçası olan kariyerist müdahalelere pabuç bırakmamız ise kesinlikle
düşünülemez. (...)
“Taban tabana zıt”, “saldırı”... Bazı arkadaşlar bu ifadeleri çok sert buldular. Samimiyetle, inanarak “nasıl yoldaşlarınıza
böyle dersiniz” diyenler çıktı. Partimizde
dezenformasyon bir iç mücadele yöntemi haline getirilmiş, ne gam! Açıkladığımızın içeriği değil, açıklamak kabahat.
Hayır, sevgili yoldaşlar,
Partimiz bu olup biteni sindiremez, “varsın olsun, artık büyük siyaset yapıyoruz,
öyleyse kirlenelim” diyemez.
Peki bu arkadaşlarımız dezenformasyonu bir siyasal yöntem olarak kullanmamış olabilirler mi?
Evet, bir olasılık var. Derine inmenin cazibesine kapılmak. “Bak nasıl da şaşırdı, meraktan çıldırıyor, ağzımın içine bakıyor... Bir kulaç daha, bir tane daha...”
Aydemir Güler
TKP Atılım Kongresi Bülteni
‘Mesele örgütsel mi, siyasal mı’
sorusunun çağrıştırdıkları...
Türkiye Komünist Partisi’ni ayrışmanın eşiğine getiren tartışmanın
siyasal mı, örgütsel mi olduğu çok
tartışılıyor. Aslında sorunun böyle sorulmasında, yanıta ilişkin de
bir ipucu var: Partide meselelerin siyasal ve örgütsel olarak birbirinden ayrıştırılabileceğine yönelik görüş, fazlasıyla yaygınlaşmış durumda. Ortadaki sorunun
partimizde bu ifadelerle yayılmış
olmasının sezdirdiklerinden devam edelim...
Türkiye Komünist Partisi’nin geleneksel çizgisinde, siyasal hat ve
siyaset üretimi, partinin toplumsal bağlarına şekil kazandırmasının yanı sıra, örgütsel ihtiyaçlara da yön veriyor ve dolayısıyla belirleyici bir rol kazanıyor. Somut siyasal hedeflerimizle birlikte,
tarihsel perspektifimizi bu hedeflerle bağlantılandıran programatik çerçeve, örgütsel konular üzerindeki tartışmalarımızı da düzenleme işlevi görüyor.
Örgütsel meselelerimizin neredeyse hiçbirinin, siyasal ihtiyaçlara dayandırılmadan tartışılamayacak olmasının arkaplanında bu
yatıyor. Dolayısıyla, ayrıntı olarak
görünen örgütsel gündemlerin bile “siyasal” bir izdüşümünün olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Burada bir yanlış anlamaya açıklık getirmek mümkün: Bazı örgütsel sorunların açık şekilde ortaya
çıkmasının ardından, bu sorunların siyasal izdüşümlerini yaratmak için özel bir çaba gösterilmiyor. Dolayısıyla, bugün tartıştıklarımızın, belirli mecralarda dile getirilen yapay taraflaşmalar olduğu
görüşünün, gerçekliğe dayandığını söylemek güç. Örgütsel konular, bizimki gibi bir partide, eşyanın tabiatı gereği siyasaldır ve
izlenecek uzun vadeli siyasal rotaya varana kadar çeşitli uzanımlarıyla birlikte tartışılmalıdır. Konunun bam teli ise, “nasıl bir parti”
sorusunda belirginleşir.
Sorun, “TKP’nin ülkedeki siyasi denklemlere yerleşme hedefi
doğrultusunda kendisini nasıl yeniden kuracağı” sorusuna denk
düşmektedir ve TKP’nin hangi toplumsal dinamiklere ağırlık
vereceği, partinin iç ortamını siyasal ihtiyaçlarının ışığında nasıl
düzenleyeceği ve sınıf siyasetini
toplumsallaştırmasının önündeki engelleri nasıl kaldıracağı gibi
başlıklarla birlikte düşünülmelidir.
Tartışma bu bağlamdan koparılamaz, çünkü sorunun gerçek çözümlere ulaşmasının siyasal yanıtları gerektirmesi de, elimizde basit bir “örgütsel sorun” olmadığını teyit eder niteliktedir.
ması, tıkanıklığı aşmak için ortaya konan iradeyi de siyasal zemine taşımaktadır.
Partide bugün yaşanan taraflaşmanın önemli eksenlerinden biri,
partinin kendisini tarihsel ve güncel ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden kurması zorunluluğu ve buna
gösterilen dirençtir. Parti, omurgasını dağıtmadan, geleneksel çizgisine gölge düşürmeden ve siyasal hattına yönelik inkârcı tutumları karşısına alarak, toplumsallaşma ve etkisini artırma hedefine ket vuran içsel engellerinden arındırılmalıdır. Atılım Kongresi’nde cisimleşen irade, yüzünü buraya dönmüştür ve bu tavrın bir geçmişi, yani gelişim seyri
vardır. Bu sorunların örgütümüze ilişkin hangi olgu ve yansımal arla ortaya çıktığı ve bunların yıllardır hangi verilerle tartışıldığına
dikkat edilirse, partide “yeniyi arayan” ve “statükocu” gibi kavramları kullanırken oldukça özen
göstermek gerektiği ortaya çıkar.
Bugünkü taraflaşmaya ilişkin, elimizde, yıllara dayanan bir dönüşüm sorununun ve yine yıllara dayanan bir statüko arayışının verileri vardır. Bunun örneklerinden
devam edelim.
Partide “yöneticilik” rolünün siyasetten zamanla arındırılmış olması da aynı bağlamda tartışılabilir.
Örgütsel sorumluluğun hangi ölçütlere dayandığını, partide daha
fazla sorumluluk almanın hangi özellikleri gerektirdiğini düşünelim.
Bu konuda bugün büyük bir belirsizlikle karşı karşıya olmamızın,
sorumluluk alma ölçütlerinin siyaset zemininde belirlenmiyor olmasının “siyaset anlayışı”na uç veren
yanları olmadığı söylenebilir mi?
Partimizde örgütsel aktarım mekanizmaları, siyasetin çeşitli düzlemlerde ustalıklı şekilde yeniden
üretilmesini uzun süredir garanti
etmiyor. Türkiye’deki siyasi denklemlere kendisini gerçek bir güç
olarak yerleştirmek isteyen bir komünist partide, siyaseti tüm düzeylere derinlikli bir şekilde taşıyabilecek bir mekanizmanın kurulamamış olması, sorunların birikmesinin de zeminini yaratmış görünüyor. Partide “yönetme”nin bir
iş haline gelmiş olması ve üstelik
siyasi kavrayış derinliğine, siyaseti
yeniden üretme becerisine denk
düşmemesi, buraya yönelik müdahalelerin de dirençle karşılanmasına neden oluyor. “Örgüt yönetmekte uzmanlaşmış” bir profilin yaygınlaşmasının, partimizde
bu sorunun büyümesine katkıda
bulunduğu açıktır.
Örneğin TKP içindeki “enerji kaçağı” ele alınsın. Parti içindeki mesaimizin, toplumsallaşma hedeflerine denk olarak düzenlenmemiş olduğu çok açıktır. Çoğu zaman “partiliği sürdürebilmek”, insanların gündelik yaşamlarındaki
uğraşlarına, mesleklerine, parti faaliyetlerine ne kadar zaman ayırabildiklerine bağlı haldedir. Çoğu arkadaşımızın kendisini gönül
rahatlığıyla TKP’li hissetmesinin
ve hayatla bağlantısını parti kimliğiyle zenginleştirmesinin önündeki engel, sosyalizm mücadelesine katabilecekleri enerjinin “içeride” harcanması oluyor. Partili hayatı sürdürebilmenin ve “iyi
partili” olmanın koşullarından birinin “tüm zamanını buraya adayabilmek” olması, yalnızca “örgütsel bir arıza” olarak görülebilir mi? Bu tıkanıklığın siyasal ol-
“Nasıl bir parti” sorusunun yanıtlarından biri, siyasetin muazzam
bir hızda aktığı bir ülkede, TKP’nin
nasıl bir politik çizgiyi takip ettiğini
dinamik ve derinlikli şekilde kavrayabilen ve yeniden üretilmesini sağlayabilen bir örgütsel yapının varlığına denk düşer. Bu ihtiyaca yanıt veremeyen bir örgüt
mekanizmasının, “disiplinli, kararlı, örgütçü” gibi sıfatları taşıması
da anlamını yitirecektir. Partimizin
geçmişten bugünlere kıskançlıkla taşıdığı bu özelliklerin, derinlikli siyaset yapma ve siyaseti yeniden üretme becerisinde yaşanan
boşluğu kapatacağı düşünülmemelidir. Partinin bir bütün olarak
net bir siyasal profil verebilmesinin
koşulu budur. Sorunun bu haliyle
“örgütsel” alana sıkıştırılamayacağından, siyasal bir zemine oturduğundan kuşku yoktur.