‘’Seyir, gerçeği görmek adına yetersiz de olsa,
kokusunu taşıyabilir hakikatin…’’
Kırık tebessümünü selametle giyinip tamam etti dudaklarında… Yapması
gereken işleri için yol almadan önce söylendi;
‘’Esrarengiz bir olayım, meçhulüm…’’
Hazırlaması icap eden işlerle peşinde koşuyordu şimdi, olanca sırrıyla
akmaya devam eden zamanın. Sadece tek poz daha gerektiren bir işi kalmış
olsa da, başından beri içine girdiği temponun çekiciliğiyle devam ediyordu
hızlı adımları…
Her şey bittiğinde elinde olanları kontrol etti; elli adet fotoğraf, evet,
hepsi tam da istenilen açılarda. Bazı aksesuarlar, stüdyo için. Önceden
çekilmiş fotoğrafların baskıları, bu sefer daha canlı renklerde. Başka bir
ekibe atalog çekimleri için destek, eğlenceli bir sette. Vergi dairesi ziyareti,
k
muhasebeciye destek. Ufak bir toplantı, neyse ki, ufak bir toplantı. Baskısı
kalmamış Don Kişot, hey, bu gerçekten iyi korunmuş bir kopya! Artık
geriye bu listedeki öğeleri yerli yerlerine götürmekle tamamlanacaktı günün
işleri…
Eve dönüş yolunu tutarken bir dolu işi eksiksiz yapmanın memnuniyeti,
keyif duyduğu bir günden arta kalan zamanla, bütün azalarında
dolaştırdı gülümsemesini… Henüz aynı haldeydi ki, önüne çıkan bir
çocuğa takıldı gözü, yanına yaklaştı, kendince bulduğu ve şimdiye kadar
kimsenin hayır demediği şeyi yaptı; çocuğun boyuyla aynı hizaya gelecek
kadar çöktü yere, kamerasını uzattı ve ‘’Fotoğraf çekmek ister misin?’’ dedi.
‘’Burasına mı basacağım?’’ der demez ‘’Evet.’’ dedi, küçük ayaklarına
sandalet giymiş çocuğa. Sağa sola bakındı, yarısını zar zor kavrayabildiği
elleriyle tuttu fotoğraf makinesini. Uzun parlak sarı saçları, yuvarlak beyaz
bir yüzü vardı, o kadar beyazdı ki, tombul yanaklarının ardı
görülebiliyordu, şeffaf gibiydi cildi… Kamerayı, bulundukları yerdeki
tersaneye doğrulttu şeffaf çocuk. Hangi gözünü kırpacağını bilememiş
olmalı ki, başta ikisini birden yumdu. Daha sonra bu iki kapalı gözden
birini açtı ve kameraya yaklaştırdı. Parmağını deklanşöre doğru tırtıl gibi
tırmandırdı ve… ‘’Tamam.’’ dedi. Kamerayı elinden alıp teşekkür ettikten
sonra ‘’Tersaneyi mi çektin?’’ diye sordu şeffaf yüzlü çocuğa. ‘’Hayır.’’ dedi,
‘’Kırmızı topu çektim, bak…’’
Vedalaştıktan sonra yüzündeki gülümsemeyle kameraya dönüp ‘’Kırmızı
top mu?’’ dedi. Yürümeye devam ederken yarım gözle resmi incelemeye
başladı. Kırmızı topu bulmak zor olmazdı değil mi? Bir yandan resmi
çekilen tersaneye canlı olarak bakarken, bir yandan da gördüğü
kırmızılıkları, makinesinden yakınlaşarak denk getirmeye çalışıyordu.
Durdu, ‘’Bunu top mu sanmış?’’ dedi. O Kırmızı yuvarlak, demir yığınının
içinden yarısı görünen bir dubaydı…
8