Kalabalık Dergi Kalabalık Shi | Page 25

‘’Seyir, gerçeği görmek adına yetersiz de olsa, kokusunu taşıyabilir hakikatin…’’ Nihayet denizi gördüğünde fotoğraf makinesini boynuna astı. Çevreye iyice bakındıktan sonra deniz kenarına yaklaştı ve dolmuşta bulduğu o sayfayı okuduğundan bu yana balıklara ikinci kez bu denli yaklaştı. Fotoğraf makinesini rastgele kaldırdı, rastgele... ‘’Biz balıklar neden sessiz kalırız, aslında neden susmayı sizlerden iyi biliriz biliyor musun?’’ Umut ettiği bir şeyler olmaksızın hareket eder miydi insan? Kamerasını ne diye suya doğrultmuştu o zaman? Ne düşünüyordu? Bir balığın ona poz vermesini mi? Hem de suyun yüzeyine doğru! Çekeceği yetmiş kare pozu burası için kurgulamıştı, fotoğraf makinesi bir olta olacaktı! Önce yemini objektife dolayacak sonra gökyüzüne doğru sallayacaktı... Hesaplarına bakılırsa güneş dönene kadar yetmiş kare poza ulaşabilecekti. Toplamda yüz elliye yakın çekimden, istediği durumda olan yetmiş pozu yakalayabilecekti. Kamera gökyüzüne doğru yükselecek, suya dalacak, içeridekileri selamlayacak, su yüzüne doğru yüzecek ve yeniden karaya dönecekti. Gelişi güzel resimler çekecekti öncelikle. Bunu yaparken basit bazı yöntemler kullanacaktı; optik yaklaştırmalar, diyafram oyunları, kadraj bozmaları, gren dereceleri... Aklına yer etmiş bir kağıt parçasına kendince yapacağı bir gönderme içindi bütün bunlar... Ne de olsa insanlar tornadan çıkma gibi aynı değildi, bu resimlere bakanların her biri ayrı şeyler görecekti. Belki de bu sebeple yaptığı şeylerde demek istediklerini, üstüne basarak göstermemişti hiç, burada da öyle olacaktı... Çekimlerdeki son pozu yoldan geçen bir çocuğa çektirmek istemişti, şu henüz kimsenin hayır demediği ve kendi uydurduğu usulle... Bir kaç şey anlattıktan sonra kamerayı oralardan geçen bir çocuğa bırakacaktı. Neler olacağını merak ediyordu. Kamerası ucundaki yemle yukarı doğru yükselmiş, belli bir eğimle suya düşmüş, ağırlığınca derinlere inmiş, bazı balıkları yakalamış ve yeniden suyun yüzüne çıkmış etrafı seyrediyordu. Şimdiyse onu makarasından sarıp karaya çıkaracak çocuk oltanın başına geçmişti... Ensesine kadar sarı saçları olan büyük gözlü bir çocuktu. Annesinin elini bırakıp suya yaklaşmıştı. Bunu fırsat olarak gördüğünde neler olacağını bilmeden çocuğa yaklaşmıştı. Ona sadece bir kaç küçük şey anlattı, anlayacağı dilden bir resim çekmesini istedi. Çok konuşkan bir çocuktu; geleli henüz beş dakika olmamasına rağmen soruları bu sürenin üç katıyla seyrediyordu. ‘’Bu olta mı, bu fotoğraf makinesi mi, bu amcaların balıkları mı bitmiş, bu amca güneşten mi böyle eskimiş?’’ Böyle bir çocuğun yanında bittiğini gördüğünde söylendi; ‘’Esrarengiz bir olayım, meçhulüm…’’ 25