‘’Seyir, gerçeği görmek adına yetersiz de olsa,
kokusunu taşıyabilir hakikatin…’’
Gözlerini yan dairenin televizyonundan gelen çizgi film sesleriyle açtı.
Başının ucundaki radyoya uzanıp sessizce, sakın bana ‘’That was just
a dream’’ deme dedi ve alarmını çalmaya başlamadan kapattı. Ardından
yeniden radyosuna seslendi, ‘’Ne oldu, formdan mı düştün?’’
Bir eli yastığının uç köşesindeki başının altındaydı. Sırtüstü uzandı,
kollarını havaya kaldırıp birkaç kez salladı, parmaklarını olanca açarak
esnetti ve serbest bıraktı. Gözlerini ovuşturup saçlarını avucunun
içiyle geriye yasladı ve bir müddet tavana bakarak bekledi. Gördüğü
rüyadan kalan şarapnel parçalarına rağmen içindeki bir şey ona deliler
topluluğundan bir tartışmaya maruz kalmışçasına aldırmazlık aşılıyordu.
Bu başa gelen veya gelebilecek şeyler için, kendini bir şeylerle ikna olmak
ve ikna etmek üzere gard almış bir kişilik ürünü olabilir miydi?
Banyoya doğru ilerlerken, kendini kandırarak neler yapabileceğini açıkça
görebildi; yatağından uzaklaştıkça kafasının içindekileri ve içine işleyen
diğer şeyleri yatağa bıraktığını, tekrar gece olduğunda yatağa girmeden
önce yorganını silkelerse yatağında bıraktığı bu şeylerden kurtulacağını ve
temiz bir çarşafta uyuduğunda bunun temiz bir sayfayla aynı şey olduğuna
ikna olabilmişti... Komik olansa bu saçmalığı bir rüya komplikasyonu
olarak gördüğünde başladı ve bunu kontrol edemediği bir tiyatro
olarak tanımladı. Bir taraftan yaşadıkları üzerine samimiyetle hazırda
bekleyen kalbi diğer taraftan deliliğin dilini çözmeye başlayan aldırmazlık
kuşatması…
Banyonun kapısını araladı. Dikdörtgen, gümüş çerçeveli, siyah boyalı
tablo! Hayır! Gözlerini yumdu ve açtı. Dikdörtgen, gümüş çerçeveli, ayna!
Hayır! Gözlerini sıkıca kapattı, başını eğdi, iki eliyle lavabonun hatlarını
yakaladığında, alarmlı radyosundan ‘’That was just a dream’’ sesinin
yükselmesi ve gözlerini açması neredeyse bir oldu. Tek hamlede aynaya
arkasını dönüp banyodan ayrıldı ve odasına girip çalmakta olan radyoyu
susturdu. Uyku sersemliğiyle alarmı ertelemiş olmalıydı. Anlaşılan bugün
oyun günüydü ve kafatası yerine avucunun ortasına radyosunu yerleştirip
‘’Evet,’’ dedi. ‘’Konuşamıyorsun ama cevap veriyorsun.’’ Kısa süre elinde
radyosuyla birlikte bir dizi hafif kırık vaziyette durdu ve ‘’Antrakt.’’ Dedi.
Artık yüz yıkamanın tam vaktidir diye düşündü ve hızlı adımlarla banyoya
ilerledi.
Açık bıraktığı banyo kapısından içeriyi hızlıca süzdü, aynasının kendi
endamında, yerli yerinde olduğuna sevindi ve karşısına geçti. Elinin tersini
alnına koyup, mat ve ifadesiz bir sesle, ‘’Hah,’’ dedi, ‘’Ömrümün karıncalı
dönemini rüyalarda geçiriyorum. Ah! Ne esrarengizim, ne meçhul...’’
Burnuna kadar gelen bu cıvık tiyatral havadan gırtlağını temizleyerek, ufak
gülücükleriyle yüzünü yıkayarak ve yan daireden gelen çizgi film seslerini
dinleyerek geçirdi. Başka zaman olsa en sulu şakalar bile onu çözmeye
yetmezdi ama bazı günler iyi hissetmek, kimseye hatta kendini kandırmana
bile müsaade etmeden sarıverirdi insanı.
14