Kalabalık Dergi Kalabalık Shi | Page 10

‘’Seyir, gerçeği görmek adına yetersiz de olsa, kokusunu taşıyabilir hakikatin…’’ Uzun süre boyunca öylece bekledi yatağında. Belleğindekilerle oyalanırken kesik uykulara dalıp çıktı. Bir yandan da oyalanmanın kimin ya da neyin tarafında cereyan ettiğiyle ilgili bir dizi çapraşık düşüncelere battı. Nasıl düşünüyordu? Teknik olarak mı? İçsel mi? Çıkarmak istediği şeye göre kurgu yaparak mı? O halde deneyler bile söylenmek istenen şeye göre kurgulanabilir miydi? Zihnin rahatsız olduğu soruları bilen bir başka zihin, o sorulara kapı açacak düşüncelere çöp kutusundan kapan yapar mıydı? Uyku-uyanıklık arasındaki sorularla boğulmaya başlarken alınan ilk vurgunun sarsıntısıyla uyanmaya sevinmek ne garipti. Uyku böyle anlarda uyanıklığı selamlıyor, onunla konuşuyor, hakkında rapor veriyor gibiydi… Büsbütün ayıldığını sezdiğinde, masa saatine bakıp günün yirmi dört saatinin henüz yeni dolduğunu gördü. Doğrulup sırtını duvara yaslarken gözünün önüne eski tavuklu çalar saati geldi. Fotoğraf makinesinin çantasına uzanıp çizgisiz güncesini aldı. Boş bir sayfasını açıp göğsüne doğru kıvırdığı dizlerinin üzerine koydu. Neyi yazacağını iyi biliyordu. Bilmiyordum... Henüz on üç yaşlarında bisiklet için zıpzıp zıplarken, babamın ve annemin kaygılarına sadece bisikleti ne kadar iyi sürdüğüm değil, asfalt zeminlerin doğal engebelerinin, arabaların sokak aralarındaki seyirlerinin de sebep olduğunu... Fakat bir gün, ilk bisikletim alındığında, evin içine gazete kâğıtlarının üstüne koyduk onu. Ertesi sabaha kadar pedallarına basmak için sabırsızlanırken, gece yarısına kadar öylece üstünde oturduğumu hatırlıyorum. Daha sonra planlanmamış olan o güzel yerleşimi yatağıma girdiğimde görmüştüm ki, yattığım yerden görebiliyordum bisikletimi... Sabah olduğunda onu sürmek için önce taşımam gerektiğini anladım, hem de halen çıkmakta olduğum rampalardan düzlüğe kadar... Onu fazla yorduğumdan mı bilmiyordum ama sürekli zinciri attı o gün. Ayak bileklerim, ayakkabım ve şortumun bazı yerleri siyah bir yağ içindeydi aynı gün boyunca... Fakat aslında o yağın içinde sokakların tozunun da olduğunu, ellerime de bulaştığında anlamıştım. O kaygan siyahın içinde parmaklarıma yapışmış minik taşlardan dolayı... Aynı günün akşamı babam yeniden eve geldiğinde, annemin, aldığım kirli hali anlatması üzerine bisikleti kontrol ettik. Hani şu ayaklarına oturabilecek kadar kıvırabildiğin zamanlarındaki gibi dizlerini, baktım, izledim babamı... Şöyle demişti: ‘’Yok! Bunu geri götüreceğiz.’’ Ama neden! Neden ki? Çünkü bilyeleri sorunluymuş, hep zinciri atarmış bisikletimin. Fakat yine bilmeyecektim, satıcının elinde aynı bisikletten kalmadığını, yenisini veremeyeceklerini, farklı bir modeli içinse üstüne para vermek gerektiğini ve neticenin para iadesiyle sonuçlanacağını... 10