‘’Seyir, gerçeği görmek adına yetersiz de olsa,
kokusunu taşıyabilir hakikatin…’’
Uzun süre boyunca öylece bekledi yatağında. Belleğindekilerle oyalanırken
kesik uykulara dalıp çıktı. Bir yandan da oyalanmanın kimin ya da neyin
tarafında cereyan ettiğiyle ilgili bir dizi çapraşık düşüncelere battı. Nasıl
düşünüyordu? Teknik olarak mı? İçsel mi? Çıkarmak istediği şeye göre
kurgu yaparak mı? O halde deneyler bile söylenmek istenen şeye göre
kurgulanabilir miydi? Zihnin rahatsız olduğu soruları bilen bir başka zihin,
o sorulara kapı açacak düşüncelere çöp kutusundan kapan yapar mıydı?
Uyku-uyanıklık arasındaki sorularla boğulmaya başlarken alınan ilk
vurgunun sarsıntısıyla uyanmaya sevinmek ne garipti. Uyku böyle anlarda
uyanıklığı selamlıyor, onunla konuşuyor, hakkında rapor veriyor gibiydi…
Büsbütün ayıldığını sezdiğinde, masa saatine bakıp günün yirmi dört
saatinin henüz yeni dolduğunu gördü. Doğrulup sırtını duvara yaslarken
gözünün önüne eski tavuklu çalar saati geldi. Fotoğraf makinesinin
çantasına uzanıp çizgisiz güncesini aldı. Boş bir sayfasını açıp göğsüne
doğru kıvırdığı dizlerinin üzerine koydu. Neyi yazacağını iyi biliyordu.
Bilmiyordum... Henüz on üç yaşlarında bisiklet için zıpzıp zıplarken, babamın ve
annemin kaygılarına sadece bisikleti ne kadar iyi sürdüğüm değil, asfalt zeminlerin doğal
engebelerinin, arabaların sokak aralarındaki seyirlerinin de sebep olduğunu...
Fakat bir gün, ilk bisikletim alındığında, evin içine gazete kâğıtlarının üstüne koyduk
onu. Ertesi sabaha kadar pedallarına basmak için sabırsızlanırken, gece yarısına kadar
öylece üstünde oturduğumu hatırlıyorum. Daha sonra planlanmamış olan o güzel yerleşimi
yatağıma girdiğimde görmüştüm ki, yattığım yerden görebiliyordum bisikletimi... Sabah
olduğunda onu sürmek için önce taşımam gerektiğini anladım, hem de halen çıkmakta
olduğum rampalardan düzlüğe kadar... Onu fazla yorduğumdan mı bilmiyordum ama
sürekli zinciri attı o gün. Ayak bileklerim, ayakkabım ve şortumun bazı yerleri siyah bir
yağ içindeydi aynı gün boyunca... Fakat aslında o yağın içinde sokakların tozunun da
olduğunu, ellerime de bulaştığında anlamıştım. O kaygan siyahın içinde parmaklarıma
yapışmış minik taşlardan dolayı... Aynı günün akşamı babam yeniden eve geldiğinde,
annemin, aldığım kirli hali anlatması üzerine bisikleti kontrol ettik. Hani şu ayaklarına
oturabilecek kadar kıvırabildiğin zamanlarındaki gibi dizlerini, baktım, izledim babamı...
Şöyle demişti: ‘’Yok! Bunu geri götüreceğiz.’’ Ama neden! Neden ki? Çünkü bilyeleri
sorunluymuş, hep zinciri atarmış bisikletimin. Fakat yine bilmeyecektim, satıcının elinde
aynı bisikletten kalmadığını, yenisini veremeyeceklerini, farklı bir modeli içinse üstüne para
vermek gerektiğini ve neticenin para iadesiyle sonuçlanacağını...
10