“Ayasafya’da İlk Cuma Namazı” Derken
Hamide Akkaya
Bir mesele var, asırları aşan, yüreklerde
yer edip oraya kazınan. Bir zamanlar deva
iken derde dönen; o zamanların vuslatı
iken şimdilerin hasreti olan; İstanbul’un
ilacı olmuş iken en büyük yarasına dönen
bir mesele bu.
Asırlar öncesinden başlayıp bugüne gelen
büyük bir mesele, Ayasofya. Bazı
meseleler can sıkar, yürek yakar, mecal
bırakmaz insanda. İşte öyledir bizim
Ayasofya ile olan meselemiz.
Canımızı yakan, ruhumuzu daraltan
Ayasofya! Hep böyle değildin sen. Zaman
geldi canımıza can, yolumuza yoldaş,
yüreğimize sevda, zayıflığımıza kuvvet,
korkaklığımıza cesaret, ümitsizliğimize
umut, sevdamıza vuslat oldun. Mesele şu
ki, sen ne oldunsa bize, nihayetinde
derdimiz oldun; yolumuzun, sevdamızın,
yüreğimizin, canımızın derdi oldun. Bir
tek bizim değil, şu koca şehrin,
İstanbul’un derdi oldun.
İstanbul! Ayasofya’yı taşıyan şehir…
Derdimizin ortağı, Fatih’in emaneti
İstanbul. Biliyorum ki Ayasofya’nın derdi
taşıyor senden. Kırmızı tuğlaların sessiz
ağıtını dinliyorsun, bir zamanların huzur
veren aheste bestesini dinlediğin gibi. Ve
o ağıtlar yankılanıyor her bir köşende,
kimine göre sessizce, kimine göre haykıra
haykıra. Oysa bir zamanlar, her yerinde
huzur haykırılıyordu. Tarihinde nice
olayları yaşadı Ayasofya. İki kere yıkılıp üç
kez inşa edildi.
32