Fotoğraf çekmenin bir sanat olduğunu söyleyen Cankat, “Yaptığınız her işin en iyisini
yapın. Çöp toplayacaksanız, en iyi şekilde toplayın. Yazı yazacaksanız en iyi şekilde,
fotoğraf çekecekseniz de en iyi şekilde. Sıradan resmi herkes çeker. Herkesin elinde bir
cep telefonu, gördükleri veya göremedikleri her yerde iki şak şak ediyorlar, kendilerini
fotoğrafçı sanıyorlar. Oysa fotoğraf çekmek, manzaraya da, insana da, doğaya da, hayvana
da, çiçeğe de, böceğe de mana katmaktır. Bazen fotoğraf sana bir şeyler anlatır, bazen sen
ona bir şeyler anlatırsın. Fotoğraf, suskun bir romandır, suskun bir hikâyedir, suskun bir
masaldır. Bazen bir fotoğraf, hayatın en önemli kilometre taşıdır. Fotoğraf, hayatın
özetidir; belli bir dönemin tek kareye sığdırılmış hikâyesidir.”
Ben fotoğrafa hiç böyle bakmamıştım, bundan sonra böyle bakacağım demektir. 9’uncu
saat, bizim gün yüzünü yeniden gördüğümüz saatti ama akşam olmuş, gecenin karanlığı
Beyoğlu’nun sokaklarına dolmuştu.
Elimde tuttuğum fotoğraf, beni şöhrete taşıyacak fotoğraftı. Bir manası vardı, bir anlamı
olmalıydı, en önemlisi şöhreti haykıran, Nobel edebiyat ödülünü sunan bir fotoğraftı bu.
Bu fotoğraf, beni zirveye taşıyacak, bu fotoğraf beni zirvede tutacaktı. Bütün dünya beni
bu fotoğrafla tanıyacaktı, bütün dünya beni bu fotoğrafla gösterecekti.
Elimdeki resme bir daha baktım ama karanlıktan bir şey gözükmüyordu, her taraf zifiri
karanlıktı, eşimin sesi geldi, “Bey bey kalk, elektrikler kesilmiş, mumu al da yak!”
31