Bebek sahilinde sabah yürüyüşümü yapıyordum.
Kimse tanımasın diye koyu gözlük takmış, bir de
kafama şapka geçirmiştim. Arnavutköy’e doğru
geliyordum ki bankta oturup kitap okuyan bir genç
kız bana dikkatli bakıp, “Vallahi de o, billahi de o”
diyerek elindeki kitabı ve beni gösterdi. Kitap benim
kitaptı, kalabalık ise benim değildi, bir anda etrafımı
sarana kadar. Herkes imza istiyor, herkes bir şeyler
soruyordu. Yahu bırakın ağız tadıyla yürüyüş yapalım,
vücuduma ağır gelen şu koca göbeğin boğazını sıkıp,
bir köşeye atayım. Ne mümkün, hayranlarım beni
saatlerce oyaladı. Sabah kahvaltı saatim gecikti,
sonraki basın toplantısı ve dolayısıyla ondan sonraki
görüşmelerim. Ahh şu yoğunluk beni öldürecek,
boğulacak gibi oluyorum, sıkıntı basıyor, terliyorum,
sırılsıklam terledim.
Uyandığımda her yanım sırılsıklam olmuştu. Yok, bu editörle görüşmeye gidene kadar
uyumamam gerekiyor. Uyudukça şöhret basamaklarını tırmanıyorum ve özgürlüğüm gittikçe
daralıyor. Ben öyle sıkıntılara gelemem. Yolda yürüdüğünde hiç kimse seni tanımayacak.
Pazara da gideceksin, lüks mağazaya da,. Hiç kimseye hesap vermeyecek, hiç kimsenin hesap
sormasına ihtiyaç duymayacaksın. İnsanın açık alanda esir olmasıdır şöhret ve bu bana göre
değil. Kalktım, bir kahve yaptım, belki uykum açılırdı. Saat 6 olmuştu. İyi şunun şurasında ne
kaldı ki…
Kahvemi yudumladım, bir kenara bıraktım. Dünkü gazeteyi alıp haberlere göz gezdirdim. İlk
sayfada siyasi atışmalar vardı, çevirdim. İkinci sayfayı tümden kaplayan bir reklam vardı
geçtim. Üçüncü sayfada bütün bir ülkenin çıldırdığına kanaat getireceğin cinayet haberleri
vardı. Okumaktan vazgeçtim, bulmacaya yöneldim.
Adımın anons edilmesiyle kızılca kıyamet alkış koptu. Gururlanmamak elde mi, dostlarım,
eşim ve çocuklarım da ayağa kalkarak alkışladı. Onları gören koca salon da ayağa kalkarak
alkışladı. Alkışlar arasında sahneye yöneldim, ben sahneye yaklaştıkça alkışın şiddeti de
artıyordu. Sonunda sahnedeydim. Uzun yıllardır düşlediğim sahnedeydim. Sunucu yanıma
yaklaştı, daha doğrusu beni yanına çekti, yüzüm kameralara dönük olsun diye çaktırmadan
beni eğip, büktü. Sonunda bütün dünyanın görüş alanına girdim, bütün objektiflere o güzel, o
anlamlı, o endamlı ve o manalı pozumu vermeye başladım.
28