Farklı bir deneyimdi. Şaşkınlığı bol bir buluşmaydı. Sonu hayret ve hayranlık oldu.
Tekrar görüşmek isterim dedim desturunuz olursa.
Elzemdir dedi.
Vedalaşıp ayrıldık.
…
Anlayamamıştım tam olarak son sözünü. Arkadaşım bunu fark etti ama üstelemedi.
Adını sordum bu aydınlık kişinin. Elzem dedi.
Anlayamadım diyerek baktım gözlerimi büyüterek… Muzipçe yârenlik ediyordu benimle.
Elzem dedi, Elzem.
Nedir elzem olan söylesene diyerek üsteledim. Tadını çıkarıyordu. Kaç kere söyledim yahu
adı Elzem.
Al sana bir şaşkınlık daha.
…
Sözü söze eklediğimiz yeni sohbetlerde peşine düştüm bu işin, böyle isim olur mu diye.
Çevresinden kimse adını bilmiyordu, kendisi bile unutmuştu belki de. İsmini parlatmak
için her türlü numaranın yapıldığını çokça gördüğümüz zamanımızda buna şaşırmamak,
şaşırılması gereken bir husus değil mi?
…
Erdim muradıma sonunda. Sordum, tekrar gelmem neden elzem diye. “Ehl-i dil birbirini
bilmemek insaf değil” diyerek bir şarkı sözüyle karşılık verdi.
Sonrası mı?
Bir mercan saçıcısı gibiydi bugün. Cömertti. O söyledi, ben dinledim. O saçtı söz incilerini
ben gönül tarlama düşürdüm hepsini.
…
Karşısında büyük bir dinleyici kitlesi varmışçasına konuşuyordu. Oysa bir tek bencileyin
vardı huzurda.
Bana lazım olan Sensin, beni Sensiz koma, dilhânemi yârsız koma diyerek başladı.
Ateşin bir dili vardı. Gözleri lavlar gibi yanıyordu.
Neler demedi ki… İşte gönül toprağıma düşen daneler:
Mü’mine Kur’an elzem, âşıka yâr…
Hastaya şifa elzem, dertliye derman…
Tacire kâr elzem, şaire hüzün…
Yola yolcu elzem, hâneye saadet…
Rüzgâra dal elzem, yelkene rüzgâr…
Yanmışa su elzem, ateşe har…
Muhabbete hasbilik elzem, yâre vuslat…
Dünyaya adalet elzem, hayata huzur…
İlme irfan elzem, inanmışa 24 saat erdem…
22
…