Havacılık Tıbbı Derneği - Bülten Sayı 25 | Page 22
2014
çıkışlarda irtifa hastalığı belirtileri gösterirler. Basınç sistemlerinin arızalanıp çalışmaması ya da bir camın kırılması, uçağın bir gövde parçasının kopması/yırtılması gibi
hasarlar kabin basıncının ani düşüşüne ve dekompresyon
hastalığına neden olur. Bu durum oluştuğunda pilot hızlı bir şekilde düşük irtifalara inmeye yönelir. Uçaktaki
sağlık ekibi dekompresyon etkilerine hazırlıklı olmalıdır.
Bu sırada kabin ısısında da ani bir düşüş olur. İçeride sis
oluşur. Bu sis kabinde yanlışlıkla duman olarak algılanır.
İşitme, gürültüye ve orta kulaktaki hızlı dekompresyona
bağlı olarak bozulur. En önemli klinik sonuç kabin oksijen basıncında ani düşüşe bağlı olarak kabin ekibinde,
tıbbi ekipte ve hastada hızlı gelişen hipoksidir. Pilot, tıbbi
ekip üyeleri ve hasta için oksijen desteği yaşamsaldır. Geç
kalınırsa hipoksiye bağlı hiperventilasyon, öfori ve bilinç
kaybı gelişebilir. Kabin basıncının düşmesine bağlı olarak
kanda çözünmüş gazların serbest kalmasından dolayı değişik derecelerde dekompresyon hastalığı görülür. Klinik
açıdan önemli diğer bir klinik olay ise kapalı ortamdaki
havanın hızlıca genleşmesidir. Eğer dekompresyon oluşursa bütün kateterler, göğüs tüpleri ve nazogastrik tüpler
serbestleşmiş olarak klemplenmeden açık bırakılmalıdır.
Haziran
SAYI: 25
da IV) dikkatlice izlenmelidir. Bu önlemler özellikle uzun
mesafeli nakiller için çok önemlidir.
Uçuş hareketleri, hastanın yatırıldığı sedyenin yönü
için önemlidir. Hız veya yönde ani ve fazlaca bir değişiklik (akselerasyon) olduğunda hasta G kuvvetlerinin etkisine maruz kalır. Hastaya uçakta uygun pozisyon verilmesi,
kalkış (hızlanma) veya iniş (yavaşlama) sırasındaki olumsuz etkileri azaltır. Kardiyak hastalarda, hızlanma sırasında hastanın başını uçağın kuyruk tarafına yönlendirmek
miyokardiyal perfüzyonu arttırır. Kafa travması olan ya
da sıvı yüklenmesi olan hastalarda, kanı alt ekstremitelerde göllendirmek için hastanın başı uçağın burun tarafına
doğru yönlendirilir (pozitif G kuvvetlerini arttırmak için).
Bu pozisyon ayrıca kalkış sırasında intrakranyal basınçta
geçici artış riskini de azaltabilir. Ancak uçağın inişi sırasındaki yavaşlamada (deselerasyon), sözü geçen ivmelenmeler tersine döneceğinden, hastanın pozisyonunun
1800 değiştirilmesi gerekir. En ideali, bu ivmelenmelerden etkilenmesinin yaşamsal önemde olduğu çok kritik
hastalarda hızlanma ve yavaşlama etkilerini minimalize
edilmesi için G kuvvetlerine transvers eksende maruz kalmasını sağlamak üzere imkân varsa hastanın enlemesine
yatırılmasıdır.
Yenidoğan ve Bebek Hastaların Havayolu İle
Taşınmasında Komplikasyonların Önlenmesi
I. Vücuttaki Hava Dağılımı
İrtifa arttıkça yenidoğanlarda (özellikle prematürlerde)
alveolar kısmi oksijen basıncı düştüğünden hipoksi gelişme riski erişkinlerden daha fazladır. Erişkinlerde alveoler-arteriyel oksijen basınç farkı yaklaşık 10 mmHg iken,
yenidoğanlarda bu fark daha fazladır (yaklaşık 25 mm
Hg). Bu nedenle, alveoler kısmi oksijen basıncındaki hafif
bir düşüş bile yenidoğanda hipoksi ile sonlanabilir. Tidal
volümü düşük ve oksijen tüketimi artmış kişiler hipoksiye
daha az karşı koyabilirler ve bunlar komplikasyon gelişimine daha yatkındır. Pnömoni, akut astım, pnömotoraks
ile şok ve kan kaybının bulunduğu pediyatrik hastalıklar
yüksek irtifalarda şiddetlenebilirler. Bu arada, kabin içindeki sıcaklığın fazla olması zaten hipoksik olan hastayı
tehlikeye sokacak şekilde metabolik hız artışına ve artmış
oksijen ihtiyacına/tüketimine yol açabilir. Bu nedenle kabin konforlu bir sıcaklıkta (serin) tutulmalıdır.
İrtifa arttıkça ve hava soğudukça, solunum havasındaki
nem miktarı oldukça azalır. Bu nedenle, taze havayı dışarıdaki kuru atmosferden alan kabin basınçlamalı bir uçakta kabindeki nem düzeyi düşer ve dehidratasyon başka
bir sorun olarak ortaya çıkar. Nemdeki azalma hastaların
solunum yolu sekresyonlarını azaltabilir; kuru sekresyon
obstrüksiyona, atelektaziye ve hipoksemiy