Havacılık Tıbbı Derneği - Bülten Sayı 22 | Page 29
2013
Nisan
SAYI: 22
UÇAK KABİNLERİNDE GİZLİ YOLCU:
KARBONDİOKSİT
Havacılık teknolojisinin ilerlemesi
sonucu daha yüksek irtifalarda daha
konforlu seyahatler yapmak mümkün
olmuştur. Özellikle kabin basınçlama
sistemlerindeki gelişim, yüksek irtifalarda oksijene bağımlılığı azaltarak
kabin içinde rahatlıkla hareket imkânı
kazandırmıştır. Daha da ötesi, insanoğlu bu teknolojiyi
geliştirerek Ay’a ayak basmayı başarmıştır. Kabin basınçlama sistemleri bu tür faydalarının yanında birtakım
dezavantajları da beraberinde getirmiştir. Bunlar; kabin
patlaması riski nedeniyle uçak gövdelerinin yapısal olarak güçlendirilmesi ihtiyacı ve sonuçta ağırlık artışı ile
yakıt artışıdır. Ayrıca kabin içindeki yolcular ve mürettebat için de bir takım riskler söz konusudur. Özellikle
kapalı bir sistem olması, hava akışını ve sirkülasyonunu
sınırlamakta, bu da enfeksiyöz hastalıkların bulaşma ihtimalini arttırmakta, kabin içindeki hava kalitesinin ve
nem oranının düşmesine neden olmaktadır. Kabin içi
irtifanın 6-8 bin feet eşdeğer irtifa gibi insan fizyolojisi
için belli derecede hipoksik olması ve kabin havasında
biriken CO2’in muhtemel olumsuz etkileri de hava yolu
şirketleri ve uçuş doktorları tarafından daima göz önünde bulundurulmalıdır (4).
1970 yılındaki Ay yolculuğunda Apollo-13 modülü içerisinde meydana gelen oksijen tankı patlaması yanında
CO2 filtrasyonu yapan cihazın arızalanması astronotlar
için yaşamsal bir risk oluşturmuştu. Astronotlar uzay
aracının içinde bulunan birtakım malzemelerle imal
ettikleri CO2 filtresi sayesinde hayatta kalmayı başarmışlar, ama Ay’a inemeden geri dönmüşlerdi. Şüphesiz
yolcu uçak kabinlerinde böyle bir risk bulunmamaktadır; çünkü uçaklarda uzay araçlarındaki gibi mühürlü
kabin sistemi yoktur ve sürekli bir ventilasyon sistemi
bulunmaktadır. Uçakta, HEPA filtresi ile süzülen iç ortam havası ile dış ortamdan elde edilen hava, yarı yarıya
karıştırılarak kabin içine basınçla verilmektedir. Bu nedenle fazla bir CO2 birikimi olmaz. Ama genel havacılıkta uçuşun belli safhalarında kabin içerisinde CO2 seviyeleri artabilmektedir. Belirli seviye üzerindeki CO2,
yolcularda havasızlık ve daralma hissi yaratabilir (1).
Uçak kabinlerinde CO2’nin en önemli kaynağı, insan
metabolizmasının ürettiği CO2’dir. Kabin içindeki CO2
konsantrasyonu havalandırma oranına, kabinde bulunan insan sayısına ve bu insanların bireysel CO2 üretim
kapasitelerine bağlıdır. Bir diğer CO2 kaynağı ise uçakta yiyecekleri ve bazı özel kargoları soğuk tutma amaçlı
kullanılan kuru buzun buharlaştırılmasıdır. FAR (Federal
Aviation Regulations) ve CAR (Civil Aviation Regulations) kabin içindeki maksimum CO2 konsantrasyonunu
hacme göre en fazla %3 (30.000 ppm) olarak kabul etmişlerdir. Kısa süreli maruziyetlerde kabul edilebilir bir
limit olarak öngörülen %3 CO2 uzun vadeli maruziyetler için tartışma yaratmıştır. Amerikan Isıtma, Soğutma
ve Havalandırma Mühendisler Odası (ASHREA) kapalı
taşıtlarda dakikada 15 kübik feet (cfm) hava ventilasyon
oranını, yani en fazla %0,1 (1.000 ppm) CO2 limitini
önermiştir. Fakat bu limitin hava araçları için biraz fazla olduğu ve uyarlanması gerektiği üzerinde fikir birliği
vardır. ASHREA’nın önerdiği limitlerin amacı aslında
sağlık ya da güvenlik amaçlı değil konfor amaçlıdır (2).
Havadaki CO2 arttıkça solunum sayısı ve derinliğinde
artış olmaktadır. Özellikle %3 CO2 oranında solunum
sayısı normalin 2 katına ulaşır; bu oranda CO2 rahatsız
edici olmaya başlar.
513