SAYI: 2 (Haziran 2019)
devletçikler veya mevcut devletler içerisinde kendilerine bağlı işbirlikçi sınıflar
(komprador) oluşturmuşlardır.
Üretim-tüketim zinciri çerçevesinde bilimi ve teknolojiyi destekleyen kıtalar
arası güçler, 20. yüzyıl başlarında çatışmış ve İlk Dünya Paylaşım Savaşı’nın çıkmasına
neden olmuştur. Bu savaşla halledilemeyen sorunlar İkinci Dünya Paylaşım Savaşı’yla
çözülmeye çalışılmış ve nihayetinde Dünya kutuplara bölünmüştür (Batı Bloğu-Doğu
Bloğu). Bu bölünme işçi sınıfının liderliğindeki Sosyalist ülkeler ve burjuva sınıfının
önderliğindeki Kapitalist ülkeler arasındaki gerilimi tırmandırmıştır. İlk Paylaşım
Savaşı’nda can vermesi istenen Osmanlı Devleti içerisindeki milli güçler Mustafa
Kemal liderliğinde, çok uluslu şirketlerin ve onlara tabi iktidarların çizdiği kaderi ret
etmiştir. İkinci Paylaşım Savaşı’nı dışarıdan izleyen genç Türk Devleti, yapay
bölünmeden nasibini almış ve kendini bir anda Batı Bloğu’nun kucağında bulmuştur
(1945 sonrası). İkinci Paylaşım Savaşı sonrası (bu kirli savaşa aktif olarak
katılmadığımız halde) verilen Marshall Yardımı, Dünya Hegemonyası’nı elinde tutan
çok uluslu güçlerin ve şirketlerin önemli bir hamlesi olmuştur.
O güne kadar feodal değerlerle haşır-neşir olan Türk insanı, burjuva değerleriyle
tanışmaya başlamış ve gelen yardımların da etkisiyle hızlı bir (kırdan kente) göç
hareketine katılmıştır. 1960-1990 arası Soğuk Savaş olarak nitelenen ve kimin kârlı
çıktığı belli olan süreç, Sosyalist Bloğun dağılmasını ve Burjuva değerlerini ve
kapitalist dünyayı temsil eden ABD’nin rakipsiz kalmasına neden olmuştur.
1980’lerden başlayıp günümüze kadar devam eden İletişim-Bilişim Devrimi (Üçüncü
Küreselleşme 2 ) süreci (Bilgi Toplumu), “artı değeri”ni artırmak isteyen çokuluslu
şirketlerin ve onlara tabi güçlerin tetiklemesiyle başlamıştır. Geniş anlamda kitlelere
fayda sağlayan bu süreç, günümüze dek Dünya’yı tam anlamıyla egemenliği altına
almak isteyen ve Tek Dünya Devleti’ni arzulayan kapitalist güçlerin temsilcisi “çok
uluslu şirketlerin” dizaynıdır. Bu güçlerin görünen yüzü de ABD önderliğindeki Batı
Dünyası’dır.
1990 sonrası yöntemini değiştiren kapitalist bloğun temsilcisi Batı Dünyası,
daha önceden sıcak çatışma yoluyla zapt ettiği ülkeleri başka yollarla hâkimiyet altına
almaya çalışmıştır. Artık ülkelere gerekli olmadıkça doğrudan askeri müdahalede
bulunulmamalı, bunun yerine o ülkelerde kurulacak sivil toplum örgütleriyle,
kurumlarla, üniversitelerle hatta siyasi oluşumlarla kendine bağlı işbirlikçiler
oluşturulmalıdır. Soros Vakıfları bunun tipik örneğini teşkil etmektedir.
Bizans, Beylikler, Selçuklu, Osmanlı döneminden günümüze Asia Minor
(Küçük Asya) olarak nitelenen Anadolu, 1000 yıllık bir yürüyüşün ardından Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla başka bir nitelik kazanmıştır. Can alıcı noktalardan birisi
de Osmanlı gibi muazzam bir oluşumun günümüz değer yargılarıyla yorumlanmasıdır.
Dünya hâkimiyet terazisini uzunca bir süre domine eden Osmanlı Devleti’nin değişen
dengelere ayak uyduramaması ve süreci iyi analiz edememesi bitmeyen Doğu-Batı
çatışmasının “Şark Meselesi” adını almasını sağlamıştır. Bu çerçevede Türk ve Anadolu
2
1970’den günümüze kadar uzanan süreci kapsar. 1970’lerde Çokuluslu Şirketlerin hâkimiyeti,
1980’lerde İletişim Devriminin başlaması, 1990’larda Batı’nın rakibinin kalmamasıyla simgelenir.
Postmodern Küreselleşme olarak da tarif edilebilir.
geoCED
www.geoced.org
2
Coğrafya Eğitimi Derneği
www.tceder.org