9: La vie d’Adele (Blue is the Warmest Colour, Abdellatif Kechiche, 2013)
Bu yıl Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü alan ilk eşcinsel temalı film olarak tarihe geçen ve içerdiği yoğun seks sahneleri nedeniyle oldukça tartışılan La vie d’Adele, kuşkusuz hem yakın zamanda, hem de ileride LGBT sineması örnekleri dendiğinde ilk akla gelen filmlerden biri olacaktır.
Lise ikinci sınıf öğrencisi olan Adele’nin cinsel yönelimini keşfedişini ve kendisinden yaşça büyük mavi saçlı Emma ile yaşadığı tutkulu aşkı anlatan film, eşcinsel bir ilişkinin evrelerinin, heteroseksüel bir ilişkiden çok da farklı olmadığını gözler önüne seriyor. 180 dakikalık epik hikaye formatını bir nevi ilişki filmine uygulayan Kechiche, sahnelerin duygusal boyutuna güç katan biçimsel tercihleri ve filmin doğallığına büyük katkı sağlayan gözlemci yeteneğiyle, ne istediğini bilen bir yönetmen olduğunu fazlasıyla hissettiriyor.
Filmin, pornografi suçlamalarıyla karşı karşıya kalan seks sahnelerinin fazlasıyla “hardcore” olduğu ve genç oyuncuları oldukça zorlayıcı nüanslar barındırdığı aşikar, fakat bu sahnelerin duygusal, tutkusal, sansasyonel boyutuyla birlikte filme bir araç değil amaç olarak hizmet etmesi, Kechiche’nin mükemmeliyetçiliğiyle örtüşüyor ve ortaya dramatik, estetik, kışkırtıcı, seksi ve fazlasıyla cesur bir LGBT başyapıtı çıkarıyor.
10: Le Fate Ignoranti (Cahil Periler, Ferzan Ozpetek, 2001)
Yaktım gemilerimi dönüş yok artık geri / Tak etti canıma bu maskeli balo / Bu maskeli balo ve onların sahte yüzleri
Murathan Mungan’ın dizeleri zamansız ve mekansız. Dünya durdukça her toplumda, her dönemde güvenli ve konforlu yaşamını başarıyla sürdürürken ikinci bir hayata sahip evli adamlar olacak. Hatta ilkinde mutlu da olsa bu gizli yaşamında maskesiz, bir nebze daha rahat, belki de daha bir kendisi olacak.
Fakat bu iki paralel evrenin birbirine şahit olma olasılığı ne? Boyutlar arasında geçiş ne kadar sık yaşanır?
Bazen bir tesadüf olur. Le Fate Ignoranti’de olduğu gibi koca ölüverir mesela. “Önce resimleri duvardan kaldırdım” derken, resmin arkasında bir not görür üzgün Antonia, peşine düşer. Bambaşka bir hayatı fark etmekle kalmaz, buna doğru bir yolculuk da yapabilir. Mümkün. Birçok çevre tarafından “tuhaf yaşam formları” gibi yorumlanan insanlar arasındaki sevgiye ve dayanışmaya da şahit olabilir, ölmüş kocasıyla kurduğu düzen kapının ardını gördükten sonra kendisine çok anlamsız gibi görünebilir.
Ferzan Özpetek biraz da kendisini anlatıyor Le Fate Ignoranti’de. Arkadaşlarıyla birlikte sürdürdüğü apartman yaşantısı, bereketli bir masa etrafında keyif dolu sohbetler, vazgeçilmezi Serra Yılmaz, en mahreminden ölüm korkusuna kadar Le Fate Ignoranti’de Ferzan Özpetek’ten fazlasıyla var. Aslolanın korkular ya da kurulu düzenler değil, her daim sevgi olduğu mesajı da.