FUSKA MAG 3 | Page 29

fUSKA MAG sinema güncel FİLM fUSKA MAG sinema güncel FİLM

28 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG 29

Kış Uykusu bu yazdıklarıma iyi bir örnek teşkil ediyor. Kültür Bakanlığından rekor sayılabilecek bir hibe destek alan film, Euroimages başta olmak üzere bir sürü uluslararası fonun da desteğini aldı. Nihayetinde sadece festival izleyicisinin görebildiği yani henüz kitleyle buluşmamış bir film Altın Palmiye ile ödüllendirildi ve filmin varoluş amacı gerçekleşmiş oldu. Bu başarıdan sonra Nuri Bilge Ceylan’ın filmin kaç kişinin izleyeceğiyle ilgilendiğini sanmıyorum. O yüzden sosyal medyada dillendirilen “Altın Palmiye kazandı ama bizim halk Kış Uykusu’na değil Recep İvedik’e gider” serzenişlerini ciddiye alamıyorum çünkü bu film hafta sonu sinemaya giden insanlar için çekilmedi, kendisini onlara göstermek bile istemiyor. Kış Uykusu seyirciyi karşısına çıkmadan, Cannes sayesinde kazandığı başarısıyla yaratıcısına yeni filmler yapmanın yolunu açtı bile… Yani makine tamamlandı ve çalışıyor. Bir film meydana getirebilmek için artık bilet satmak gerekmiyor.

Adına “Film” dediğimiz ifade formunu kitlenin beğenisinden arındıran ve soylu bir çevrede ölçülmesine-biçilmesine ve değerlendirilmesine varan, “sanat, sanat içindir” cümlesini de kendisine bahane eden bir sonuca ulaştık. Resim ve heykelde olduğu gibi sinema sanatının alıcısı artık halk/seyirci değil. Filmlerin burjuva sanatının nesnelerine dönüşmesi benim için biraz endişe verici…

Yine de Kış Uykusu, hem de Eylül ayından önce, ticari gösterime çıkmak zorunda çünkü “en iyi yabancı film” dalında Oscar’a başvurabilmenin kurallarından biri bu… Kitle sinemasının Kabe’si olan Hollywood işi şansa bırakmıyor. (Yazı yazıldığında gösterim tarihi açıklanmamıştı, bu öngörü haklı çıkmış oldu.)

Bana kalırsa da, sinemanın bir sanat formu olduğunu ispat etmek adına, sinemacıların festivalleri katalizör olarak kullandığı bu anlayış biraz sorunlu. “İstediği gibi film yapabilme” hayalini kuran sinemacıları düşündüğümde ne kadar sevinsem de, festival jürilerinin tartısına hiç güvenmiyorum. Hele de bizim gibi, hısım akraba kollayıcılığının açıkça yapılabildiği bir ülkede…

Sevgili Zahit Atam gibi, “Yol vs. Kış Uykusu” gibi bir karşılaştırmaya/kapıştırmaya girmeyeceğim ancak “toplumcu sinema” yapma misyonunu tek bir sekansında bile terk etmeyen Yol ‘u çok önemli ve gerekli bir film olarak işaretliyorum. Yıllar sonra Altın Palmiye’yi yeniden bize kazandıran filmimiz olan ancak öncelikle Cannes jürisi için yapılmış gibi görünen Kış Uykusu ise zaman geçtikçe mayalanacak ve gerçek değeri neyse, onu bulacak.

Bu türden “bireysel sinema” yapma örneklerinin yıllar geçtikçe, güneş altında kalmış bir fotoğraf gibi, sarardığını da eklemeden edemeyeceğim. “Altın Ayı’yı kazanan Türk filmi” sorulduğunda herkesin aklına gelen, Semih Kaplanoğlu’nun çektiği Bal filminden önce Metin Erksan’ın çektiği Susuz Yaz olacaktır. Tahmin edersiniz ki, toplumcu sinema eserleri, toplum hafızasında her zaman daha büyük bir alanı kaplayacaktır.