FUSKA MAG 3 | Page 199

106 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG 107 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG 76

Söyleşi

Yaşar Kemal’le aynı soydan bir edebiyat devi: MARQUEZ

egoist okur

ir şey oldu, daha doğrusu Gabriel Garcia Marquez hepimize bir şey yaptı! Sihir aracılığıyla hakikate, hakikat aracılığıyla hayale âşık olduk onun sayesinde. Büyülü gerçekçilik denen Güney Amerika’ya has yazınsal tür onunla başlamadı şüphesiz ama onunla birlikte en ünlü örneklerini verdi… Gazeteci olarak başlamıştı yazmaya, edebiyata geçtiğinde gezgin ozanların dilini ödünç aldı. Bir takma adı olan pek az sayıda edebiyatçıdan biriydi. Okuru onu çok uzun zaman Gabo diye tanıdı.

Başka tuhaf şeyler de vardı onunla ilgili… Dünyanın öte tarafında yazdığı bir roman, mesela Kırmızı Pazartesi, fena halde uzun yıllar sonra bu coğrafyada işlenen bir cinayeti, mesela Hrant Dink cinayetini andırabiliyordu. İşte Gabo o kadar gerçek, sahici; o kadar bu dünyanın taşının, toprağının, insanının, katilinin, kurbanının dilinden anlayan bir yazardı… (Hatırlayın; Kırmızı Pazartesi’de işleneceğini herkesin bildiği ama engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı, yapamadığı bir cinayetin öyküsü anlatılır.)

“Hücreme Latin Amerika güneşi doğdu”

Ama bu bir Marquez yazısı değil. Daha ziyade bir kader ortaklığının yazısı. Kolombiyalı yazarla Türkiye’deki ilk çevirmeni Seçkin Selvi’nin 1974′ten beri süren işbirliğinin hikayesi… Gelin onu bu defa yıllarca “zor zamanlarda aile bütçesine katkıda bulunduğu” mapushane arkadaşı, çevirmeni ve tutkulu okuru Seçkin Selvi’den dinleyelim…

Baştan başlayalım… Hikaye, ’74′te Sağmalcılar Cezaevi’nde başlıyor. Bir zamanların efsane yayınevi Sander, Yüzyıllık Yalnızlık’ı çevirmesi için Adana Cezaevi’ndeki Can Yücel’e göndermiş. Fakat cezaevi koşulları o kadar kötüymüş ki Yücel 60′ın sayfada kalmış, sürdürememiş. Bunun üzerine kitap Seçkin Selvi’ye gitmiş. “Sağmalcılar’daki hücreme Latin Amerika’nın turuncu güneşi doldu, Maya’lardan, Aztekler’den biriktirilmiş sözlü edebiyatın Anadolu masallarıyla örtüşen ışığı doldu, Kolombiya yerlilerinin Yörük desenleriyle buluşan kilimleri serildi ranzama. Gabo arkadaşım oldu” diyor Seçkin Hanım.

Hatta öylesine vuruluyor ki Marquez’e, kitap bitmesin, birliktelikleri biraz daha sürsün diye çeviri işini ağırdan alıyor. Bittiğinde içinde tarifsiz bir boşluk hissediyor. Tıpkı şimdi hissettiği gibi… kitap daha sonra Can Yayınları’ndan çıkıyor. Ardından Şer Saati diye bir kitap daha çeviriyor… Ve ilerleyen yıllar içinde, Marquez’in Can Yayınları’ndan çıkan bütün kitaplarının editörlüğünü yapıyor.

Mapushanede beraber yatmışlar ya; birbirlerine öfkeleniyorlar da ara sıra. Daha doğrusu Marquez’in kimseye öfkelendiği falan yok da Seçkin Hanım söyleniyor arkadaşına bazen… 160 kitap çevirmiş hayatı boyunca, hepsine aynı özeni göstermiş, aynı emeği vermiş ama nedense okurlar onu hep Yüzyıllık Yalnızlık’ın çevirmeni olarak hatırlamışlar en çok.

Gerçi sebebini biliyor. O kitabı ötekilerden daha iyi çevirdiğinden değil, roman sarsıcı derecede güçlü olduğundan… Küçük dev adamı, koca beyinli koca yürekli Gabo’yu gelin yıllarca “zor zamanlarda aile bütçesine katkıda bulunduğu” mapushane arkadaşı, çevirmeni ve tutkulu okuru Seçkin Selvi’den dinleyelim…

Röportajımızda Riker bunun esasen Estonyalı edebiyatçıların değil, büyük bir entelektüel ve sanatsal zenginlikten mahrum kalan Anglo-Sakson okurların problemi olduğunu vurguluyor: “Keşke okurlar bu şahane kitapçıda hiç değilse birkaç saat geçirebilse… Şöyle kopkoyu bir fincan kahve içtikten sonra kitapçının dar koridorlarında bir aşağı bir yukarı gezinse ve şimdilik dışında kalmak zorunda oldukları bu muhteşem kültürün entelektüel enerjisini hissetmeye çalışsalar.. Ne demek istediğim o zaman daha iyi anlaşılır.”

daha çeviriyor… Ve ilerleyen yıllar içinde, Marquez’in Can Yayınları’ndan çıkan bütün kitaplarının editörlüğünü yapıyor.

Mapushanede beraber yatmışlar ya; birbirlerine öfkeleniyorlar da ara sıra. Daha doğrusu Marquez’in kimseye öfkelendiği falan yok da Seçkin Hanım söyleniyor arkadaşına bazen… 160 kitap çevirmiş hayatı boyunca, hepsine aynı özeni göstermiş, aynı emeği vermiş ama nedense okurlar onu hep Yüzyıllık Yalnızlık’ın çevirmeni olarak hatırlamışlar en çok.

Gerçi sebebini biliyor. O kitabı ötekilerden daha iyi çevirdiğinden değil, roman sarsıcı derecede güçlü olduğundan… Küçük dev adamı, koca beyinli koca yürekli Gabo’yu gelin yıllarca “zor zamanlarda aile bütçesine katkıda bulunduğu” mapushane arkadaşı, çevirmeni ve tutkulu okuru Seçkin Selvi’den dinleyelim…

“Marquez’in yapıtları Mayalardan, Azteklerden gelen bir birikimin ürünü…”

Gabriel Garcia Marquez’in romanı Yüzyıllık Yalnızlık neden kuşaklardır bizi bunca etkileşmiştir, etkilemeye devam etmektedir?

Yüzyıllık Yalnızlık’ın sarsıcı gücü, Latin Amerika edebiyatının da tıpkı bizimki gibi sözlü gelenekten gelmesinden kaynaklanıyor. Yaşar Kemal’in romanları o sözlü geleneğin, o masalsı anlatımın nasıl özgün örneklerindense, Marquez’in yapıtları da Mayalardan, Azteklerden gelen bir birikimin ürünü… Ve büyülü gerçekçilik de o masal atmosferinden doğuyor. Avrupalı okurdan daha çok Türk okurunu etkilemesi de tamamen bu yakınlık yüzünden. Gerçekle masalın kaynaşması, Latin Amerika halklarıyla Anadolu insanının birbirine çok benzer özelliklerine ve yine birbirine çok benzer yaşam koşullarına çok uygun bir nabız ritmi taşıyor.