fUSKA MAG FİLM fUSKA MAG FİLM
31 FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG FUSKA MAG 32
Fahrenheit 451 (François Truffaut, 1966)
Bağımsız düşünce ayaklanmaya yol açabileceğinden, her çeşit sanatı ve insanların sanat yoluyla kendini ifade etmesini yasaklamış olan faşist bir devlet var Fahrenheit 451'de. Okumak da yasaklanmış, dünya artık neredeyse tamamen kitapsız. Özel bir grup itfaiyeci evlerde kitap avına çıkıp, bulduğu her kitabı yakıyor. Filmimizin kahramanı da, itaatkar itfaiyecilerden Guy Montag. Tanıştığı genç bir kadın daha önce sormadığı soruları sormasına neden oluyor ve bu sadece bir başlangıç, yakması gereken kitaplardan birini saklayıp da geceyarısı banyosunda gizlice okumaya başlayınca bütün hayatı değişiyor.
Ray Bradbury'nin aynı isimli romanından uyarlanan film, pek iyi bir uyarlama değil, ama kitap ne olursa olsun çok önemli bir distopik roman olduğu için, bir de çocukken yarım yamalak izleyip çok sevdiğim, özellikle sonunu yıllarca unutamadığım (yani şu noktadan sonra asla objektif bakamayacağım) bir film olduğu için, bu listede olmayı hak ediyor. Özünde kitaplardaki bilginin yerini gittikçe artan bir şekilde Hollywood pop-kültüründeki ve televizyondaki zırvalıklara bırakıyor olmasını eleştiren bir kitabın filminin çekilmesi, bir de bunu televizyonda izlemiş olmak da ayrı ironi.
A Clockwork Orange (Stanley Kubrick, 1971)
Gelecekte, totaliter rejimin hüküm sürdüğü, iyi ve kötü kavramlarının birbirine karıştığı İngiltere'de geçen A Clockwork Orange'ın kahramanı, Beethoven dinlemeyi ve süt içmeyi seven, geceleri şiddet eylemleriyle sokakları terörize eden çete lideri Alex. Yakalanıp hapse gönderilen Alex, cezasının kısalması için hükümetin yeni deneyinde kobay olmaya ikna olur, Ludovico tekniği isimli bu deney aslında beyin yıkama işleminden başka bir şey değildir ve terapi tamamlandığında, Alex de mutlu mesut sokaklara döndüğünde, artık şiddetin her biçiminden nefret ettiğini ve hiçbir durumda, hiç kimseye elini bile kaldıramadığını fark eder - ama eski çetesi şiddet konusunda onunla aynı görüşleri paylaşmaz.
İçerdiği cinsellik ve şiddet unsurlarıyla sanatı şiddete bağlayarak steril sanat anlayışını yerin dibine batırması nedeniyle tepki görmüş ve yapım ülkesi olan İngiltere başta olmak üzere pek çok ülkede uzun yıllar yasaklı kalmıştı. Filmi ilk kez çocukken, babamla birlikte sinemada izlemiştim, demek ki Türkiye'de de yıllar sonra gösterime girebilmiş (küçük bir araştırma sonucu burada gösterilmesinin 1995 yılında, çekildikten 24 yıl sonra olduğunu öğrenmiş bulunuyorum). Anthony Burgess'in aynı isimli romanından beyazperdeye uyarlanmış olan A Clockwork Orange, bir başyapıt olan kitabı kadar güçlü değil belki, ama distopik filmler arasındaki en iyi birkaç filmden biri. Eğer bu 25 filmi kendi içinde bir sıralamaya sokabilseydim, devletin birey üzerindeki baskısına, bireyi şiddete nasıl yönlendirdiğine ve son kertede bireyin çaresizliğine değinen bu film kesin ilk 5'in arasında, tepelerde bir yerlerde olurdu.