Emeğin Sanatı 161. Sayı
Mayda Saris’in, ‘Jak İhmalyan: Sürgünde Bir Ressam’[15] başlıklı yapıtı ve sergisiyle hatırlandı
bir kez daha O…
Mayda Saris’in, “Resimlerinde yaşamın hem gündüzü hem gecesi var,” dediği O; “Hem
komünist, hem Ermeni”ydi…
Nâzım Hikmet’in, Abidin Dino, Aziz Nesin’in arkadaşı, hep sürgünde yaşamış bir ressam
İhmalyan.
Şiir kitabını resimlediği Nâzım’ın, ona “Günün birinde onlara layık şiirler yazmaya çalışacağım,”
diye teşekkür ettiğiydi.
Aziz Nesin’in Sansaryan Han’ın hücrelerinde karşılaştığı Jak ve Vartan İhmalyan kardeşlerle
ilgili şöyle bir tespiti var: “Polisler en çok bu iki kardeşe kızarlardı, hem de iki kez kızarlardı; bir
komünist oldukları için, üstelik bir de Ermeni oldukları için...” diyordu.
Şöyle söz ederdi kendinden: “Kendimi bildim bileli, değil bir toplumda, bir ailede bile
haksızlığa, güçlünün güçsüzü, kurnazın temizi ezmesine dayanamamışımdır. Bundan ötürü,
sevdiğim ve savunmak istediğim kişileri, canlıları çizer dururum. Natürmort bile yapacak
olsam, kristal vazolarda soylu yemişlere pek elim varmaz da, mutsuz ya da yarı mutlu
çoğunluğun alçakgönüllü sofrasına gidi-gidiverir fırçam.”
Evet, evet bu sözler, gizli Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyelerinden, Konya 1913 doğumlu
Türkiye Ermenisi ve çocuk masallarıyla tanınan yazar Vartan İhmalyan’ın (İhmal Amca) 1 Nisan
1978’de sürgünde, Moskova’da ölen ressam ve TKP üyesi kardeşi Jak İhmalyan’a aitti.
Ve “Her sanatın olduğu gibi, resmin de kendine göre bir dili, bir okunuşu var. Bu dili
edebiyattan uzaklaştırabildiğim kadar uzak, musikiye yakın bulurum. Başarılı bir tablo,
kompozisyonu, siyah boyası, ışık-gölgesi ve renkleriyle görücüsünü hipnotize eden, ancak
sonra içini karşısındakine yalansız, büyük bir içtenlikle açan, dolambaçsız söz eden ve kolay
sindirilen bir tablodur,” derdi O…
Metin Deniz, Jak İhmalyan’ın 1993’te, ölümünden tam on beş yıl sonra İstanbul’da açılacak
sergisi için Abidin Dino’dan bir yazı istemişti. Dino’nun, “Hoş Geldin Memleketine Jak” ve
“Anadan Doğma İstanbullu” başlıkları arasında kararsız kaldığı bu yazı, “Yok Beyrut, yok
Moskova, yok Pekin... Hepsi nafile, aklı fikri İstanbul’daydı” der ve ekler:
“Türkiye öylesine işlemişti ki yüreğine, yapılacak bir şey yoktu, nereye giderse gitsin, ne
yaparsa yapsın, resimleri İstanbul’un silinmez damgasını taşıyacaktı sonuna dek.”
Ama, “Sakın bu söylediklerim yüzünden Jak’ın sabah akşam Sarayburnu, Kızkulesi, Üsküdar
konulu resimler yaptığını sanmayın, hele Haliç’te güneşin batışı filan değildi onu ilgilendiren.
Onun sevdiği kent, Sait Faik’in -hangi şeyden söz ederse etsin- her satırında var olan
gösterişsiz, halis ve sade bir İstanbul’dur...”
Sonra da, 1940’lı yıllarda düşünceleri yüzünden uğradıkları baskıları da paylaştığı dostuyla
Haliç kıyılarına uzanıyor Dino: “Bir zamanlar Jak’la, az mı dolaştık Haliç kıyılarında! Oralarda
rastladığı insanları ustalıkla çiziyordu peşpeşe.
Defterler dolusu insan topluyordu Jak. Şimdi düşünüyorum da, belki içine doğmuştu ayrılık da
bir ömür boyu yetecek kadar imge biriktiriyordu, ne olur ne olmaz. Belleğinin debboylarında
imge balyaları yığılıyordu böylece, tepeleme...
Evet, Jak’la bir zamanlar karaya çekilmiş çürük tekneler arasında, yıkık dökük atölyeler
yamacında az mı sürttük... Bir deniz kokusu, bir de o renkler...”